Bononun Zayi Nedeniyle İptali İstemi
T.C
YARGITAY
11. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO : 2017/975
KARAR NO : 2018/6640
KARAR TARİHİ : 24.10.2018
İptal isteminde bulunan kişinin, bono elinde iken ziyaa uğradığını inandırıcı bir şekilde gösteren delilleri mahkemeye sunmak ve senedin bir suretini ibraz etmek veya esas içeriği hakkında bilgi vermekle yükümlü olduğu düzenlenmiştir. Davacı vekili, dava dilekçesinde bononun vade tarihini, meblağını, borçlusu ve hamilini bildirerek zayi nedeniyle iptal isteminde bulunmuş, dilekçesinde dava konusu bono örneğinin davacıda bulunmadığından tanzim tarihinin tespit edilemediğini beyan etmiştir. Düzenlenme tarihi, bonoda bulunması gereken unsurlar arasında sayılmıştır. Bononun kısmen doldurulmuş ya da sadece imzalanmış olarak tedavüle çıkarılması mümkün olup, bu eksiklik senedin ibrazına kadar tamamlanabilir. Bu nedenle düzenlenme tarihi yazılı olmayan bononun doldurularak, zorunlu unsurları tamamlanmak suretiyle kambiyo senedi vasfıyla işlem yapılmasında yasaya aykırı bir durum bulunmamaktadır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hasımsız olarak görülen davada … … 6. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce verilen 21/06/2016 tarih ve 2015/1049-2016/513 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesinin davacı vekili tarafından istenildiği ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, 31/05/2015 vadeli, 5.000,00 TL meblağlı, borçlusu … , hamili … Teks. Kom. ve Kim. Mad. Tic. ve San. A.Ş. olan senedin, hamili tarafından, davacı bankanın … Ticari Şubesine tahsil için verildiğini, … Şubesine gönderilmek üzere 26/05/2015 tarihinde dava dışı … Kargo’ya teslim edildiğini, ancak kargo şirketi tarafından dava konusu senetin … şubesine teslim edilmediğini ileri sürerek dava konusu senet hakkında ödemeden men ile zayi nedeniyle iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Mahkemece iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre, … 766. madde uyarınca tanzim tarihinin senedin zorunlu unsuru olduğu, tanzim tarihi taşımayan senedin bono sayılmayacağı, davacı vekili tarafından dava konusu senedin tanzim tarihinin tespit edilemediğinin bildirildiği, … 757. maddesinde yer alan yasal koşulların oluşmadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
Dava, … md. 778/1-ı yollamasıyla … md. 759/2 dayalı, bononun zayi nedenine dayalı iptali istemine ilişkindir. … 759/2 maddesinde iptal isteminde bulunan kişinin, bono elinde iken ziyaa uğradığını inandırıcı bir şekilde gösteren delilleri mahkemeye sunmak ve senedin bir suretini ibraz etmek veya esas içeriği hakkında bilgi vermekle yükümlü olduğu düzenlenmiştir. Davacı vekili, dava dilekçesinde bononun vade tarihini, meblağını, borçlusu ve hamilini bildirerek zayi nedeniyle iptal isteminde bulunmuş, 26.02.2016 tarihli dilekçesinde dava konusu bono örneğinin davacıda bulunmadığından tanzim tarihinin tespit edilemediğini beyan etmiştir. 6102 sayılı …’nın 776/1-f maddesinde, düzenlenme tarihi, bonoda bulunması gereken unsurlar arasında sayılmıştır. Ancak, Dairemiz’in 2010/4563 – 2011/15716 , 2014/1148 – 2014/7886 ve yine 2016/1016 – 2017/3929 numaralı emsal nitelikteki ilamlarında da vurgulandığı üzere, 6102 sayılı …’nın 778/2-f maddesi atfıyla bonolara da uygulanan …’nın 680. madde hükmü uyarınca bononun kısmen doldurulmuş ya da sadece imzalanmış olarak tedavüle çıkarılması mümkün olup, bu eksiklik senedin ibrazına kadar tamamlanabilir. Bu nedenle düzenlenme tarihi yazılı olmayan bononun doldurularak, zorunlu unsurları tamamlanmak suretiyle kambiyo senedi vasfıyla işlem yapılmasında yasaya aykırı bir durum bulunmadığından, mahkemenin yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, kararın davacı yararına bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün davacı yararına BOZULMASINA, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz edene iadesine, 24/10/2018 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
İnançlı İşlem, Unsurları ve Zamanaşımı
T.C
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
ESAS NO :2011/13-14
KARAR NO :2011/189
KARAR TARİHİ :15.4.2011
BK.18, 66, 99, 125
Taraflar arasındaki uyuşmazlık, gerek mahkemece ve gerekse özel dairece “muvazaa” olarak nitelendirilmiş ise de, inanan davacının, araç üzerindeki mülkiyet hakkını Bakanlar Kurulu Kararnamesinin engellemesi nedeniyle, belirli bir süre veya amaçla inanılan davalı oğluna geçirmesi, inanılan davalının da amaç gerçekleşince hakkı tekrar inanana devretmesi gerekirken bu yükümlülüğü yerine getirmediği iddia edilerek dava açılması, dikkate alındığında uyuşmazlığın inançlı sözleşme hukuksal nedenine dayandığı oyçokluğu ile kabul edilmiştir.
Mahkemece taraflar arasındaki ilişkinin muvazaalı olduğunun kabulü yerinde olmadığı gibi, sebepsiz zenginleşme hükümlerinin uygulanması suretiyle davanın bir yıllık zamanaşımı süresi geçtikten sonra açıldığı gerekçesiyle reddi de isabetsizdir.
Mahkemece yapılacak iş; taraflar arasındaki ilişkinin “inançlı işlem” olduğunun kabulü ile uyuşmazlığın buna göre çözümlenmesi; bu işlemler için zamanaşımı süresinin 10 yıl olduğu da gözetilerek işin esası hakkında yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde bir karar verilmesi olmalıdır.
DAVA ve KARAR:
Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda;
Çarşamba 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın “zamanaşımı nedeniyle reddine” dair verilen 3.3.2009 gün ve 2008/395 – 2009/93 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine,
Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 1.2.2010 gün ve 2009/7301-876 sayılı ilamı;
(Davacı, otobüs satın aldığını, ancak emekli olması nedeniyle ticari plaka satın alamayacağından aracın oğlu olan davalı adına tescil edildiğini, ileride bu engel ortadan kalktığında, aracın kendi üzerine devredileceği konusunda anlaştıklarını, ancak engel ortadan kalktığı halde davalının otobüsü kendisine devretmediğini ileri sürerek, otobüse ödediği bedel olan 217.097.- YTL.nin tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı, satın aldığı otobüsün davalı ile aralarındaki muvazaa sözleşmesi gereğince davalı adına tescil edildiğini, ancak daha sonra davalı tarafından otobüsün kendisi üzerine devredilmediğini belirterek, otobüs bedelinin tahsili talepli bu davayı açmıştır.
Mahkemece, BK.nun 66. maddesi gereğince bir yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı, kendisi tarafından satın alınan otobüsün adına tescili için yasal engeller olduğu için davalı adına muvazaalı olarak tescil edildiğini belirterek muvazaa hukuksal nedenine dayalı olarak bu davayı açmıştır.
Muvazaa iddialarında zamanaşımı olmayacağı için, davanın esasına girilip sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken, davanın zamanaşımından reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI:
Davacı, alacağın yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsilini istemiştir.
Mahkemece zamanaşımı nedeni ile davanın reddine karar verilmiş, davacının temyiz istemi üzerine yukarıda belirtilen gerekçe ile mahkeme kararı bozulmuştur.
Mahkeme “…taraflar arasında muvazaalı işlem olduğu ancak davacı tarafın namı müstear iddiasını yazılı delil ile ispat edemeyeceğini ve dolayısı ile davaya konu olan ticari aracın geri alamayacağını öğrenmesi ile birlikte davacı lehine davalı uhdesinde sebepsiz zenginleşmeye konu olacak bir bedelin ortaya çıktığı, söz konusu bedelin tahsiline ilişkin talepte ise artık asıl hukuki ilişkinin kurallarının uygulanmasının mümkün olmayıp BK. 66. maddesinde tanımlanan şekli ile sebepsiz zenginleşmeye ilişkin hükümlerin uygulanması gerektiği ve Çarşamba 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2006/117 Esas sayılı dava dosyası ile açılan dava tarihi ile eldeki dava tarihi arasında geçen süre itibarı ile bu tür davalar için öngörülen (1) bir yıllık zamanaşımının da dolduğu” gerekçesi ile önceki kararda direnilmiştir. Hükmü davacı vekili temyize getirmiştir.
Uyuşmazlık; davanın hukuksal nedeninin tespiti ve sonucuna göre istemin zamanaşımına uğrayıp uğramadığının belirlenmesi, noktasında toplanmaktadır.
Taraflar arasındaki uyuşmazlığın hukuksal nedeninin tespiti için öncelikle “muvazaa” ve “inançlı işlem” kavram ve kurumlarının ortaya konulmasında yarar vardır:
İnançlı işlem, inananın (itimat edenin) bir hakkını belirli bir süre veya amaçla inanılana geçirmeyi, inanılanın da inananın emir ve talimatlarına göre kullanıp amaç gerçekleşince veya süre dolunca hakkı tekrar inanana devretmeyi yüklendiği sözleşmeler olarak tanımlanabilir (Özkaya Eraslan, İnançlı İşlem ve Muvazaa Davaları, Ankara 2004, s.25).
Yargısal Kararlarda ise inançlı sözleşme, inanılan tarafın elde ettiği hakkı, taraflarca güdülen amaç sona erdikten veya belirli bir süre geçtikten sonra inanana veya üçüncü kişiye devretme taahhüdünü içeren bir anlaşma olarak tarif edilmiştir (HGK, 13.5.1992 tarih, 1992/14-249 E. – 1992/323 K.).
İnançlı Sözleşme ile inanan (itimat eden) bir mülkiyet veya alacak hakkını inanılana (mutemede) devretmekte, borçlandırıcı bir sözleşme ile de inanılan kişinin hak ve yetkilerini sınırlandırmaktır. İnanılan hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca tekrar hakkı inanana iade etmeyi yükümlenmektedir.
İnançlı işlemleri doğrudan doğruya düzenleyen kanun hükümleri yoktur. İnançlı işlemler, kişinin kendisini gizlemek amacıyla yapılabileceği gibi teminat amacıyla veya alacaklıdan mal kaçırmak amacıyla da yapılabilecek işlemlerdir.
İnançlı işlem, inanç sözleşmesi ve hakkın devri işlemi (kazandırıcı işlem olarak) olmak üzere iki temel unsurdan oluşmaktadır.
İnanç Sözleşmesi, inançlı işlemin hukuki sebebini, inanılanın salahiyet sınırlarını ve kapsamını, inançlı işlemin sona erme nedenlerini, inançlı işlemin sonra ermesinden sonra inanç konusu şeyin inanana devredilme biçimi ve koşullarını belirler. Bir başka deyişle bu sözleşme inanç konusu şeyin yeniden inanılana devir edilmesinin temelini oluşturur. İnanç sözleşmesinin geçerliliği kural olarak, herhangi bir biçim koşuluna bağlı değildir. İnanç sözleşmesi, 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK.)’nun genel hükümlerine bağlıdır.
Diğer bir unsur ise kazandırıcı işlem (yani hakkın devri) işlemidir.
Kazandırıcı işlem ile inançlı işlem konusu şey doğrudan inanan veya üçüncü bir kişi tarafından inanılana devredilir. Bu suretle, inanılanın mal varlığı zenginleşirken inananın mal varlığında aynı oranda azalma meydan gelmektedir.
İnançlı işlemde kazandırıcı işlemin şekli genel hükümlere tabidir. Bir başka anlatımla inanç konusunun devri, hakların devrine ilişkin kurallara göre yapılır.
Kural olarak devir edilebilir nitelikteki tüm haklar inançlı işleme konu olabilir. Bu itibarla kişiye sıkı sıkıya bağlı olan kişisel haklar ile aile miras hukukundan doğan hakların inançlı işlem ile devredilmesine olanak yoktur.
İnançlı işlem, aynı zamanda bir kazandırıcı işlem olduğundan öteki kazandırıcı işlemlerin tüm hüküm ve sonuçlarını doğurur. İnanç konusu mülkiyet veya hak inananın mülkiyetinden çıkar, inanılanın mal varlığına girer. İnanılan, bir malikin ve hak sahibinin yapabileceği tasarrufları yapma yetkisini kazanır.
İnanılan, inanç sözleşmesi ile inanç konusunu iyi bir şekilde muhafaza ve idare etmek, beklenen koşullar oluştuktan sonra da inanana iade etmek borcu altına girmiştir. Ayrıca inanana karşı ileri sürebileceği bazı haklar elde etmiştir. İnanılan, inanç konusunu özenle muhafaza ve kullanma yükümlülüğü altındadır. İnançlı kazandırma ile inanılan inanç konusu hakkın sahibi veya o şeyin maliki olmuştur. Bu nedenle hak sahibinin veya malikinin tüm yetkilerini kullanabilecek durumdadır. Ancak inanılan, inanç konusunun idaresindeki kusurlu davranışlarından dolayı BK.’ nun 99. maddesi uyarınca sorumludur.
İnançlı işlemler ile yapılan temlikler geçerli olup mülkiyet hakkı karşı tarafa geçmektedir. Bu itibarla inançlı işlem nedeniyle açılan davalarda davacı yolsuz tescile, başka bir anlatımla aynı hakka değil inanç sözleşmesinden kaynaklanan kişisel hakka dayanmaktadır. O halde davanın konusu taşınmaz olsa dahi bu dava ayni hakkı koruyan bir dava sayılmaz. Davada, inanç sözleşmesindeki kişisel hakka dayanıldığından, inançlı işleme dayanan davaların da zamanaşımına tabi olması gerekir.
İnançlı işlemler gibi, bu işlemlerin hangi zamanaşımına tabi tutulacakları da Kanunumuzda düzenlenmemiştir. Gerek bilimsel alanda gerekse uygulamada, inanç konusunun iadesine, inanç konusu üçüncü kişiye devredilmiş, inanılan elinden çıkmışsa tazminat talebine ilişkin dava hakkının Borçlar Kanunu’nun 125. maddesindeki 10 yıllık zamanaşımına tabidi olduğu ortaklaşa kabul edilmektedir.
Zamanaşımı, alacağın muaccel olduğu tarihte, başka bir anlatımla inanç konusu şeyin iadesi gerektiği tarihte işlemeye başlar. İade tarihi henüz gelmemiş inanılan, inanç konusunu elinde tutmakta haklı ise zamanaşımının başlamasına imkan yoktur.
Muvazaa ise: hukukumuzda öteden beri gerek öğreti ve gerekse uygulama alanında üzerinde çok durulan ve tartışılan bir konu olmasına karşın, pozitif hukukumuzda sadece BK.’nun 18. maddesinde yer almıştır.
Muvazaa, kısaca; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla ve fakat gerçek iradelerine uymayan, aralarında hüküm ve sonuç meydana getirmeyen, bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmalarıdır.
Muvazaada taraflar bilerek, iradelerine uymayan, sadece görünüşte bir sözleşme yapmakta bu sözleşme ile gerçek irade ve amaçlarını gizlemektedirler. Muvazaa anlaşması ile de görünüşteki bu sözleşmenin hiçbir hüküm ve sonuç doğurmayacağını kararlaştırmakta veya görünüşteki sözleşmenin vasfını, taraflarını veya bir unsurunu değiştirmektedirler.
Tarafların görünüşteki sözleşmenin hiçbir hüküm ve sonuç doğurmayacağını kararlaştırıp ikinci (gizli) bir sözleşme yapmamaları haline mutlak (adi) muvazaa; ikinci (gizli) bir sözleşme yapıp görünüşteki sözleşme ile bu sözleşmeyi gizlemeleri haline ise nispi (mevsuf, vasıflı) muvazaa denilmektedir.
İki kurum arasındaki temel birkaç farklılığın da ifade edilmesinde fayda bulunmaktadır:
Muvazaalı Sözleşmelerde (mutlak muvazaa), taraflar muvazaa konusu şeyi devretmeyi hiç arzu etmedikleri halde inançlı sözleşmelerde devir gerçekten taraflarca istenmiştir.
Muvazaa tek taraflı veya iki taraflı sözleşmelerde mümkün olduğu gibi, hem borçlandırıcı hem de tasarrufi işlemlerde yapılabilir. Oysa inanç sözleşmesi hakkın kullanılması ile ilgili olduğundan ancak tasarrufi işlemlerde söz konusu olur.
Muvazaalı sözleşmelerde muvazaanın tespiti veya iptali için açılacak bir davada muvazaa varlığının ileri sürülmesi bir süreye bağlı değildir. İnançlı Sözleşmelerde ise inananın, inanç konusu malı inanılandan iade etmesini isteme hakkı, bir kişisel hak niteliğinde olduğundan 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK.)’nun 125. maddesine göre 10 yıllık zamanaşımına tabidir.
İnanç Sözleşmesi; inanılanın yükümlülüklerini, inanç konusunun kullanılma ve tekrar iade koşullarını, düzenler. Buna karşın muvazaa sözleşmesi ise yapılan işlemin tamamen veya kısmen sonuçlarını ortadan kaldırır.
Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde:
Davacı vekili; davacının İstanbul`da işletmekte olduğu taksi ve plakasını 295.000.00.- TL. bedelle sattığını, aynı tarihte Samsun-Çarşamba hattında iki minibüs plakasını satın aldığını, ancak o tarihte emekli olması nedeni ile Bakanlar Kurulunun 86/10553 sayılı kararının 3. maddesi gereği ticari plaka satın alamayacağı ve devir işlemi kendi adına yapılamayacağından, zaruri olarak işlemi oğlu olan davalı Murat Sezer adına yaptığını, bu plakaların trafik komisyonu kararı ile otobüs plakasına dönüşmesinden sonra tahsis edilecek plakayı kendi adına devir ve tescil etmek üzere de oğlu ile anlaştığını, satın alınan iveco marka küçük otobüsün davalı adına tescil edildiğini, bu işlemden sonra aracın davacı adına tescilini engelleyen Bakanlar Kurulu Kararnamesi hükümlerinin Danıştay tarafından iptal edildiğini, devir üzerindeki engel kalktığını, ancak davacı aracın kendi adına devrini istediğinde davalının devir talebini reddettiğini, davacının aracın kendi adına tescilini hükmen talep ettiğini, bütün mal varlığını bu aracın alımına harcadığını, bu nedenle davacının hiç değilse/ödediği sabit olan 217.097.- TL. alacağın yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesini, istemiştir.
Dava Dilekçesindeki bu anlatım dikkate alındığında; davacı inanan, şartları gerçekleştiğinde iade edilmek üzere (olayımızda Bakanlar Kurulu Kararnamesi engellemesinin kalkması halinde) araç üzerindeki mülkiyet hakkını davalı oğlu üzerine geçirmiştir. Ancak davalı, inanılan şartlar gerçekleşmesine rağmen hakkı iade etme yükümlülüğünü yerine getirmemiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nda yapılan görüşmeler sırasında taraflar arasındaki uyuşmazlığın niteliği konusunda tartışmalar yapılmış; taraflar arasındaki uyuşmazlık, gerek mahkemece ve gerekse özel dairece “muvazaa” olarak nitelendirilmiş ise de, inanan davacının, araç üzerindeki mülkiyet hakkını Bakanlar Kurulu Kararnamesinin engellemesi nedeniyle, belirli bir süre veya amaçla inanılan davalı oğluna geçirmesi, inanılan davalının da amaç gerçekleşince hakkı tekrar inanana devretmesi gerekirken bu yükümlülüğü yerine getirmediği iddia edilerek dava açılması, dikkate alındığında uyuşmazlığın inançlı sözleşme hukuksal nedenine dayandığı oyçokluğu ile kabul edilmiştir.
O halde, mahkemece taraflar arasındaki ilişkinin muvazaalı olduğunun kabulü yerinde olmadığı gibi, sebepsiz zenginleşme hükümlerinin uygulanması suretiyle davanın bir yıllık zamanaşımı süresi geçtikten sonra açıldığı gerekçesiyle reddi de isabetsizdir.
Mahkemece yapılacak iş; taraflar arasındaki ilişkinin “inançlı işlem” olduğunun kabulü ile uyuşmazlığın buna göre çözümlenmesi; bu işlemler için zamanaşımı süresinin 10 yıl olduğu da gözetilerek işin esası hakkında yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde bir karar verilmesi olmalıdır.
Bu nedenle; yukarıda açıklanan değişik gerekçelerle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının BOZULMASINA, oyçokluğu ile karar verildi.
Kiracının Yaptığı Faydalı Masraflar Vekaletsiz İşgörme Hükümlerine Göre İstenemez
T.C
YARGITAY
3. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO :2018/7024
KARAR NO :2018/12294
KARAR TARİHİ :04.12.2018
K A R A R
Davada dayanılan ve hükme esas alınan 06.06.2011 başlangıç tarihli ve bir yıl süreli kira sözleşmesi konusunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır. Sözleşme ile davalı kiraya veren tarafından mesken niteliğindeki taşınmaz ofis olarak kullanılmak üzere davacı kiracıya kiralanmıştır. Sözleşmenin özel şartlar bölümü 3. maddesinde, “kiralanan kiracı tarafından hasarsız ve temiz hiç kullanılmamış teslim alınmış olup, herhangi bir dekorasyon işi kiralayandan yazılı izni alınarak bedeli kendilerine ait olmak üzere kiracı tarafından yapılacaktır.” hükmü kararlaştırılmıştır. Tarafların özgür iradesi ile kararlaştırılan bu şart geçerli olup tarafları bağlar.
Davacı kiracı, kira sözleşmesinin düzenlenmesinden sonra taşınmazı kiralama amacına uygun hale getirmek ve kullanabilmek amacıyla birtakım onarım, tamirat ve iyileştirmeler yaptığını, ofis mobilyaları alıp tabela masrafı yaptığını ancak site yönetimin açtığı tahliye davası sonucunda … 3. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2012/2 esas 2012/1223 karar sayılı dosyasında davanın kabulü ile iş yeri olarak kullanılan dava konusu taşınmazın eski hale dönüştürülerek mesken olarak kullanılmasına bu olmadığı takdirde davalının dava konusu taşınmazın tahliyesine karar verildiği, bu kararın Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 03/02/2014 gün ve 2013/20696 esas 2014/1234 karar sayılı kararı ile onanarak kesinleştiği ve bu karar nedeniyle taşınmazı tahliye ettiğini belirterek, taşınmaza yapmış olduğu imalat bedellerinin kiralayandan tahsilini talep etmiştir.Kural olarak, sözleşmede aksi kararlaştırılmadığı durumda, kiracı tarafından kiralanana yapılan faydalı ve zorunlu imalat bedellerinin dava tarihi itibarıyla uygulanması gereken vekâletsiz işgörme ( BK.nun m. 414) ve sebepsiz zenginleşme (BK.nun m. 61 vd.) hükümlerine göre kiraya verenden istenmesi mümkündür. Yerleşik uygulama, kiracının kiralanana yaptığı faydalı ve zorunlu masrafların yapıldığı tarih itibariyle 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 527. maddesi ( mülga 818 Sayılı Borçlar Kanunu’nun, 414. maddesi ) kapsamında vekâletsiz iş görme hükümlerine göre kiraya verenden isteme hakkı olduğu yönündedir. Kural olarak bu gibi zorunlu ve faydalı masrafların kira sözleşmesinin başlangıcında yapılmış olduğu kabul edilmektedir. Bu nedenle kiracı kiralananda kalan ve kiraya veren tarafından benimsenen imalat için sebepsiz zenginleşilen oranda ve yapıldıkları tarih itibarıyla rayiç bedeller üzerinden bedelin tazminini talep edebilir.
Somut olayda; taraflar arasında akdedilen 06.06.2011 başlangıç tarihli ve bir yıl süreli kira sözleşmesinin özel şartlar bölümü 3. maddesinde, taşınmaza yapılacak herhangi bir dekorasyon işinin kiralayandan yazılı izni alınarak ve bedeli kiracıya ait olmak üzere kiracı tarafından yapılacağı düzenlenmiş olması karşısında davacı kiracının kira sözleşmesine dayanarak vekaletsiz iş görme kapsamında kiralanana yaptığı imalat bedellerini isteyemez. Buna rağmen, davacı kiracının taşınmaza yaptığı faydalı masrafları isteyebileceği gerekçesiyle kararın bozma nedeni yapılmasının hatalı olduğu bu defa-ki incelemeden anlaşılmakla, yerinde bulunmayan davacı vekilinin bütün temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun olan hükmün 6763 sayılı Kanun’un 45. maddesi ile 6100 sayılı HMK’na eklenen geçici 4/4. maddesi uyarıncaonanmasına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, yerinde bulunmayan davacı vekilinin bütün temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun olan hükmün 6763 sayılı Kanun’un 45. maddesi ile 6100 sayılı HMK’na eklenen geçici 4/4. maddesi uyarınca ONANMASINA, 6100 sayılı HMK’nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK.nun 440.maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 04.12.2018 gününde oy birliğiyle karar verildi.
Hakim Hükümde Unuttuğu Talepler Hakkında Tavzih Yolu ile Karar Verip Bunu Hükmüne Ekleyemez
T.C.
YARGITAY
4. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO : 2016/11278
KARAR NO : 2019/102
KARAR TARİHİ :16.1.2019
K A R A R
Dava ve birleşen dava, rücuen tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş; hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı vekili; dava dışı şahsın yaralanması sonucu Devlet Hastanesine gelerek tedavi olduğunu, davalılardan Opr. Dr.’un yaptığı muayenede el kesisi tanısı konularak egzersiz önerildiğini ve diğer davalı olan Pr. Dr.tarafından miyalji tanısı konulduğunu, davalı hekimlerin hatalı tedavisi sonucu sol elinin işlevini yitirmesi nedeniyle sakat kalanın hizmet kusuruna dayalı olarak maddi ve manevi tazminat davası açtığını, … İdare Mahkemesince 2002/2226 esas sayılı dosyasında … aleyhine maddi ve manevi tazminata hükmedildiğini ve … 2. İcra Müdürlüğü’nün 2005/4978 esas sayılı takip dosyasına 13/02/2007 tarihinde müvekkili idarece 14.744,62 TL ödendiğini belirterek davalıların kusuru nedeniyle uğranılan zararın rücuen tazminine karar verilmesini istemiştir.
Davalılar ise, hastaya ilk müdahalenin kendileri tarafından yapılmadığını, dava konusu olayda kusur ve sorumluluklarının bulunmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece, davalılara herhangi bir kusur izafe edilemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, daha sonra davalı vekili tarafından 14/04/2016 tarihli tavzih dilekçesinde, hüküm kısmında birleşen dava yönünden hüküm kurulmadığını ve lehine vekalet ücreti takdir edilmediğini ileri sürülerek HMK’nun 305. maddesi gereğince tavzih talep edilmesi üzerine mahkemece tavzih talebi kabul edilerek, 01/03/2016 tarih ve 2007/256 Esas, 2016/65 Sayılı kararının hüküm kısmının; davanın ve birleşen davanın reddine ve birleşen dava yönünden davalı lehine vekalet ücreti takdirine şeklinde tavzihen düzeltilmesine karar verilmiştir.
6100 Sayılı HMK’nın 305. maddesinde tavzihin hangi şartlarda ve nasıl yapılacağı düzenlenmiştir. Buna göre, hüküm yeterince açık değilse veya icrasında tereddüt uyandırıyor yahut birbirine aykırı fıkralar içeriyorsa, icrası tamamlanıncaya kadar taraflardan her biri hükmün açıklanmasını veya tereddüt ya da aykırılığın giderilmesini isteyebilir. Tavzih yolu ile hükmün değiştirilmesi değil yalnızca açıklanması imkanı vardır. Hüküm fıkrasında taraflara tanınan haklar ve yüklenen borçlar, tavzih yolu ile sınırlandırılamaz, genişletilemez ve değiştirilemez. Hakim hükmü verdikten ve davadan elini çektinden sonra temyiz edilerek hüküm bozulmadıkça o davaya yeniden bakamayacak ve verilen hükmü değiştiremeyecektir. Tavzih kural olarak yalnızca hüküm fıkrasında olacak; hükmün gerekçesinin açıklanması için tavzih yoluna başvurulamayacaktır.
Hakim; tavzih yolu ile hükümde unutmuş olduğu talepler hakkında karar verip bunu hükmüne ekleyemez. Bunun gibi hüküm verirken unutmuş olduğu vekalet ücreti veya faiz hakkında tavzih yolu ile bir karar verip bunu hükmüne dahil edemez. Aynı şekilde kısa kararla gerekçeli karar arasındaki çelişki de tavzih yolu ile giderilemez.
Yukarıda açıklandığı üzere 01/03/2016 tarihli kararda yapılan tavzihin usulüne uygun olmadığı açıktır. Şu halde mahkemece, birleşen dava yönünden herhangi bir hüküm tesis edilmediği halde 18/04/2016 tarihli tavzih kararı ile 01/03/2016 tarihli kararın tavzihen düzeltilmesi suretiyle birleşen dava yönünden hüküm kurulması ve davalı lehine vekalet ücreti hükmedilmesi, HMK’nun 305/2. maddesine açıkça aykırı olduğundan karar, bu bakımdan yerinde görülmemiş ve bozulması gerekmiştir.
SONUÇ : Temyiz edilen kararın yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, bozma sebebine göre davacının diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, 16.01.2019 gününde oy birliğiyle karar verildi.
Geçit Hakkı Davasında Usul ve Kurallar
YARGITAY
14. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO :2016/6448
KARAR NO :2019/1030
KARAR TARİHİ :07.02.2019
Dava, geçit hakkı kurulması isteğine ilişkindir.
Davacı vekili, 3046 parsel sayılı taşınmaz lehine geçit hakkı kurulmasını talep ve dava etmiştir.
Bir kısım davalılar, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davanın kabulü ile dava konusu 3046 parsel sayılı taşınmaz lehine, 3040, 3042 ve 3047 parsel sayılı taşınmazlar aleyhine geçit hakkı kurulmasına karar verilmiştir.
Hükmü, bir kısım davalılar temyiz etmiştir.
Bu tür davalar ülkemizde arazi düzenlenmesinin sağlıklı bir yapıya kavuşmamış olması ve her taşınmazın yol ihtiyacına cevap verilmemesi nedeniyle zorunlu olarak açılmaktadır. Geçit hakkı verilmesiyle genel yola bağlantısı olmayan veya yolu bulunsa bile bu yol ile ihtiyacı karşılanamayan taşınmazın genel yolla kesintisiz bağlantısı sağlanır. Uygulama ve doktrinde genellikle bunlardan ilkine “mutlak geçit ihtiyacı” veya “geçit yoksunluğu”, ikincisine de “nispi geçit ihtiyacı” ya da “geçit yetersizliği” denilmektedir.
Geçit hakkı verilmesine ilişkin davalarda, bu hak taşınmaz leh ve aleyhine kurulacağından leh ve aleyhine geçit istenen taşınmaz maliklerinin tamamının davada yer alması zorunludur. Ancak, yararına geçit istenen taşınmaz paylı mülkiyete konu ise dava paydaşlardan biri veya birkaçı tarafından açılabilir.
Geçit tesisi davalarında başlangıçta davacı tarafından öngörülemediğinden dava dilekçesinde talep edilen yer dışındaki güzergahlardan da geçit kurulması gerekebilir. Bu güzergah üzerindeki taşınmazların maliklerine dava dilekçesi ile husumet yöneltilmemiş olması kabul edilebilir bir yanılgıya dayandığından 6100 sayılı HMK’nun 124. maddesi gereğince dürüstlük kuralına aykırı olmayan bu taraf değişikliği talebi kabul edilerek davacının bu kişilerin harçsız olarak davaya katılmalarını sağlamasına imkan verilmelidir.
Türk Medeni Kanununun 747/2 maddesi gereğince geçit isteği, önceki mülkiyet ve yol durumuna göre en uygun komşuya, bu şekilde ihtiyacın karşılanmaması halinde geçit tesisinden en az zarar görecek olana yöneltilmelidir. Zira geçit hakkı taşınmaz mülkiyetini sınırlayan bir irtifak hakkı olmakla birlikte, özünü komşuluk hukukundan alır. Bunun doğal sonucu olarak yol saptanırken komşuluk hukuku ilkeleri gözetilmelidir. Geçit ihtiyacının nedeni, taşınmazın niteliği ile bu ihtiyacın nasıl ve hangi araçlarla karşılanacağı davacının sübjektif arzularına göre değil, objektif esaslara uygun olarak belirlenmeli, taşınmaz mülkiyetinin sınırlandırılması konusunda genel bir ilke olan fedakârlığın denkleştirilmesi prensibi dikkatten kaçırılmamalıdır.
Uygun güzergah saptanırken önemle üzerinde durulması gereken diğer bir yön ise, aleyhine geçit kurulan taşınmaz veya taşınmazlar bölünerek kullanım şekli ve bütünlüğünün bozulmamasıdır. Şayet başka türlü geçit tesisi mümkün değilse bunun gerekçesi kararda açıkça gösterilmelidir.
Yararına geçit kurulacak taşınmazın tapuda kayıtlı niteliği ve kullanım amacı nazara alınarak özellikle tarım alanlarında, nihayet bir tarım aracının geçeceği genişlikte (emsaline göre 2,5-3 m.) geçit hakkı tesisine karar vermek gerekir. Bu genişliği aşan bir yol verilmesinin zorunlu olduğu hallerde, gerekçesi kararda dayanakları ile birlikte gösterilmelidir.
Saptanan geçit nedeniyle yükümlü taşınmaz malikine ödenmesi gereken bedel taşınmazın niteliği gözetilerek uzman bilirkişiler aracılığı ile objektif kıstaslar esas alınarak belirlenmelidir. Bu bedel de hükümden önce depo ettirilmelidir. Hemen belirtmek gerekir ki, bedelin belirlenmesinden sonra hüküm tarihine kadar taşınmazın değerinde önemli derecede değişim yaratabilecek uzunca bir süre geçmiş veya bedel tespitinden sonra yörede taşınmazın değerini artıracak değişiklikler meydana gelmiş olabilir. Bu gibi durumlarda mülkiyet hakkı kısıtlanan taşınmaz malikinin mağduriyetine neden olmamak ve diğer tarafın hakkın kötüye kullanılması sonucunu doğuracak olası davranışlarını önlemek için hüküm tarihine yakın yeni bir değer tespiti yapılmalıdır.
Kurulan geçit hakkının Türk Medeni Kanununun 748/3 ve 1012. maddesi ile yeni Tapu Sicil Tüzüğünün “İrtifak hakları ve taşınmaz yükünün tescili” başlıklı 30. maddesi gereğince kütük sayfasında ayrılan özel sütununa tesciline karar verilmelidir.
Geçit hakkı kurulmasına ilişkin davalarda davanın niteliği gereği yargılama giderleri davacı üzerinde bırakılmalıdır.
Somut olaya gelince; mahkemece kurulan geçitin kanal ve bakım yolu niteliğindeki 2987 parsel sayılı taşınmaza bağlandığı anlaşılmıştır. DSİ 21. Bölge Müdürlüğü 213. Şube Müdürlüğünün dosyada mevcut 28.04.2015 tarihli cevabi yazısında, 2987 parsel sayılı taşınmazın fiilen kanal ve servis yolu olarak kullanıldığı, servis yollarının işletme ve bakım amaçlı kullanılmak üzere inşa edildiği, ihtiyaca bağlı olarak kapatılabilecek şekilde kullanıldığı ve nihayet 2987 parsel sayılı taşınmazın yol olarak kabul edilip bu amaçla kullanılmasında sakınca bulunduğu bildirilmiştir. Ne var ki, mahkemece belirlenen tüm alternatif güzergahlar söz konusu kanal ve servis yoluna bağlanmak suretiyle oluşturulmuştur.
Geçit hakkının, taşınmaz leh ve aleyhine tesis edilip kesintisizlik ilkesi gereği genel yola bağlantısının sağlanması gereklidir. O halde, mahkemece; dava konusu taşınmaza ilişkin ve etrafındaki yolları gösterir geniş pafta dosya arasına alınmalı, yeniden yapılacak keşif ile tüm güzergahlar kesintisizlik ilkesine uygun şekilde en uygun geçit yeri belirlenmeli, daha sonra davanın esasına girilerek oluşacak sonuca göre bir karar verilmelidir.
Değinilen bu hususlar gözetilmeksizin yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, bu sebeplerle hükmün bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin yatırılan harcın istek halinde yatırana iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 07.02.2019 gününde oy birliği ile karar verildi.
Adi Ortaklıkta Katkı Payı Talep Edilirse, Ortaklığın Feshi ve Tasfiyesi Talep Edilmiş Olur
T.C
YARGITAY
13. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO : 2011/15315
KARAR NO : 2012/5837
KARAR TARİHİ : 8.3.2012
K A R A R
DAVA: Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR: Davacı, davalı gerçek şahısların işlettiği ve davalı şirkete ait olan otel ve restoran işletmesine toplam 10.000 pound ödeyerek mülküyle birlikte ortak olduğunu, daha sonra ortaklık işlemlerinin tamamlanmasını istediğinde, davalılar tarafından tehdit edilip dövüldüğünü, Marmaris C.Başsavcılığı’nın 2009/7109 hazırlık sayılı dosyasında soruşturmanın devam ettiğini, aslında mülkün bir başkasına ait olup işletmesinin şirkete ait olduğunu öğrendiğini belirterek davalılara ödediği 10.000 poundun fiili ödeme tarihindeki TL karşılığının yasal faiziyle birlikte tahsilini istemiştir.
Davalılar, Kenan’a husumet düşmeyeceğini zira anlaşmanın davalı Feremez ile davacı arasında olduğunu, 10.000 pound karşılığı olmak üzere demirbaşlar hariç işletmenin 01.05.2009 ila 01.11.2009 tarihleri arasındaki kârına ortak olması konusunda anlaştıklarını, davacının 5.000 pound elden, kalanını banka havalesi olmak üzere 10.000 pound ödediğini ve böylece işletmenin belirtilen süreler içerisinde kâr ve zararına % 12,5 oranında adi ortak olduğunu, şirkete ortak olarak alınmadığını, işletmenin kar-zarar durumunu da davacının çok iyi bildiğini, zarar etmelerine rağmen davalı Feremez tarafından davacıya elden 6.000.TL kar payı ödemesi yapıldığını savunarak davanın reddini dilemişlerdir.
Mahkemece, davacının işletmenin 2009 sezonundaki kâr ve zararına ortak olduğu, bu dönemde şirketin zarar ettiği, davacıya ödenecek bir kâr payı bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir.
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacının, davalılardan Feremez dışındaki davalılara yönelik temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2-Davacı ile davalılardan F….. arasında adi ortaklık kurulduğu uyuşmazlık konusu değildir. Borçlar Kanunun 521. maddesi hükmüne göre, ortaklar her türlü nakit, alacak veya haklarını sermaye payı olarak koyabilirler. Davacı, adi ortaklık için koyduğu katkı payını istediğine göre, bu istek aynı zamanda adi ortaklığın feshi ve tasfiyesi isteğini de kapsar. Bu nedenle adi ortaklığın mahkemece tasfiye edilmesi gerekir. Ortaklığın zarar ettiği anlaşıldığına göre davacı ancak ortaklığa koyduğu sermayeyi davalı F….’den talep edebilir. Davacının, ortaklığa 10.000 pound nakit sermaye koyduğu davalı tarafından ikrar edilmiştir. Davalı F………., gerek bu davaya verdiği beyanında ve gerekse ceza dosyasındaki beyanında davacıya 6.000 TL ödeme yaptığını, kalan 7.000 poundu da bir sonraki yıl çek olarak ödeyeceğini bildirmiş olmakla bu ödemelerin yapıldığını ispat yükü davalıdadır. Davalı, TMK.’nun 6. ve HUMK.’nun 288. maddeleri gereğince ödeme olgusunu yasal delillerle ispat etmelidir. Uyuşmazlığın niteliği ve miktarı gözetilerek olayda tanık dinlenilmesi de mümkün değildir. Davalı, ödeme olgusunu ibraz ettiği delillerle kanıtlayamamıştır. Ne var ki, cevap dilekçesinde her türlü yasal delil demek suretiyle yemin deliline dayandığı anlaşıldığından davalı Feremez’e yemin teklif etme hakkı olduğu hatırlatılarak sonucuna uygun karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
SONUÇ: Yukarıda birinci bentte belirtilen nedenle davacının davalı F….. dışındaki davalılara yönelik temyiz itirazlarının reddine, ikinci bentte belirtilen nedenlerle temyiz olunan kararın BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, 08.03.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Arsa Sahibi Eksik ve Ayıplı İnşaatı Almaya Zorlanamaz
YARGITAY
23.HUKUK DAİRESİ
KARAR NO :2019/513
KARAR TARİHİ :18.02.2019
sebebiyle teslim almadan imtina ettiği teslimden imtina etmenin haklı sebebi olmadığını bu nedenle Aralık 2011 dönemine kadar işleyen kira bedellerini isteyebileceği, takibe konu edilen Ocak 2012 ve sonrası için talepte bulunamayacakları gerekçesiyle davanın
reddine karar verilmiştir.Kararı, taraf vekilleri temyiz etmiştir.1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin Ntakdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
2-Arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi uyarınca kararlaştırılan tarihte yüklenici imara, projeye ve sözleşmeye uygun bir edayı gerçekleştirmesi gerekmektedir. Eksik ve ayıplı imalat bulunan bir inşaatı arsa sahibi teslim almaya zorlanamaz.
Somut olayda arsa sahibi 23.01.2012 tarihli cevabi ihtarnameye göre; ileri sürülen eksiklikler nedeniyle bağımsız bölümü teslim almamakta haklıdır. Bu eksikliklerin yüklenici tarafından sonradan giderildiği ve teslim konusunda yeni bir ihtarname de
çekilmediğine göre mahkemece gecikme süresi belirlenerek kira bedelinin hüküm altına alınması gerekirken yanılgılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi doğru olmamıştır.
SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddine, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün davacılar yararına BOZULMASINA, davacılardan peşin alınan harcın istek halinde iadesine, aşağıda yazılı harcın temyiz eden davalıdan alınmasına, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu davacı yönünden açık, davalı yönünden karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 18.02.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
Tüzel Kişiliği Olmayan Şahıs Şirketlerine Tebligat Kanunu Madde 35’e Göre Tebliğ Yapılamaz
T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO : 2013/23522
KARAR NO : 2013/30431
KARAR TARİHİ : 30.09.2013
K A R A R
Borçlu vekili icra mahkemesine başvurusunda; borçluya yapılan tüm tebligatların usulsüz olarak tebliğ edildiğini de ileri sürürek ihalenin feshini istemiş, mahkemece ihalenin usul ve yasaya uygun şekilde yapıldığı kabul edilerek istemin reddine karar verilmiştir.
7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 10.maddesinde tebligatın, muhatabın bilinen en son adresine yapılacağı belirtilmiş, 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6099 Sayılı Yasa ile eklenen aynı maddenin ikinci fıkrasında ise aynen “Bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması hâlinde, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi, bilinen en son adresi olarak kabul edilir ve tebligat buraya yapılır” hükmü getirilmiştir.
Tebligat Kanunu’nun 35. maddesinin 1. fıkrasına göre; “Kendisine veya adresine kanunun gösterdiği usullere göre tebliğ yapılmış olan kimse, adresini değiştirirse, yenisini hemen tebliği yaptırmış olan kaza merciine bildirmeye mecburdur. Bu takdirde bundan sonraki tebliğler bildirilen yeni adrese yapılır.” 19/01/2011 tarihinde yürürlüğe giren 11.01.2011 tarih ve 6099 Sayılı Kanun’un 9.maddesi ile değişik Tebligat Kanunu’nun 35.maddesinin 2. fıkrasında “Adresini değiştiren kimse yenisini bildirmediği ve adres kayıt sisteminde yerleşim yeri adresi de tespit edilemediği takdirde, tebliğ olunacak evrakın bir nüshası eski adrese ait binanın kapısına asılır ve asılma tarihi tebliğ tarihi sayılır” düzenlemesi yer almaktadır. Söz konusu maddeye göre, tebligat yapılabilmesi muhatabın adres kayıt sisteminde yerleşim yeri adresinin bulunmaması şartına bağlanmıştır. Adres kayıt sisteminde yerleşim yeri adresinin tespit edilmesi halinde 6099 Sayılı Kanun ile değişik 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 21/2.maddesi gereğince tebligat yapılacaktır.
Tebligat Kanununda 6099 Sayılı Yasa ile yapılan değişiklik sonrası, gerçek kişiler yönünden 35. maddeye göre tebligat yapılabilmesi için borçlunun adres kayıt sisteminde bir adresinin bulunmaması ve ayrıca daha önce kendisine veya adresine kanunun gösterdiği usullere göre tebliğ yapılmış olması zorunludur.
Her ne kadar Silivri 2. İcra Müdürlüğü’nün 06.07.2012 tarihli yazısına cevaben İstanbul 24. İcra Müdürlüğü’nün 2010/4406 Esas sayılı dosyasından takip dosyası borçlusu “Beydağ Şarküteri-Mustafa Özdoğan”ın şirket olduğu ve TK’nun 35. maddesine göre tebligat yapılması belirtilmişse de borçlu TTK’nun 124. ve 125. maddeleri anlamında ticaret şirketi değildir ve tüzel kişiliği yoktur. Borçlu ticari işletme işleten gerçek kişidir.
Somut olayda borçluya ödeme emri Ticaret Sicil Müdürlüğü yazı cevabında belirtilen ev adresi “Nurtepe mah. Doğan Sok. Sadabad Sitesi.K:9 D:37” adresine tebliğe çıkartılmış, tebligatın iade edilmesi üzerine aynı adrese TK’nun 35. maddesine göre tebliğ edilmiş, tebligat parçasının üzerindeki No:35 yazısı elle “37 “olarak düzeltilmiştir.
Borlunun aynı adresine kıymet takdiri raporu tebliğe çıkartılmış, iade edilmesi üzerine borçlunun “Bahçelievler Mah. Palmiye Sok. No:50/A” adresine TK’nun 35. maddesine göre tebligat yapılmıştır.
Satış ilanı da borçlunun daha önce ödeme emrinin TK’nun 35. maddesine göre tebliğ edildiği adresine TK’nun 35. maddesine göre tebliğ edilmiştir.
Borçluya yapılan ödeme emri,kıymet taktir raporu ve satış ilanı tebligatı yukarıda anılan Tebligat Kanunu’ndaki 19.01.2011 tarihli değişiklikten sonra Tebligat Kanunu’nun 35.maddesine göre yapılmıştır.
Takip dosyasında borçlu, gerçek şahıs olup icra takip dosyasında borçlunun adres kayıt sisteminde yerleşim yeri adresinin bulunup bulunmadığı araştırılmamıştır. Borçlunun nüfus kayıt sistemindeki adresi araştırılmadan ve daha evvel usulüne uygun bir tebligat yapılmadan, Ticaret Sicil Müdürlüğü’nce bildirilen adreslere ödeme emri, kıymet taktir raporu ve satış ilanının doğrudan TK.m. 35. maddesine göre yapılması usulsüzdür.
İİK.nun 127. maddesi gereğince taşınmaz satışlarında, satış ilanının bir örneği borçluya tebliğ edilmelidir. Borçluya satış ilanının tebliğ edilmemiş olması veya usulsüz tebliğ edilmesi başlı başına ihalenin feshi sebebidir.
O halde mahkemece şikayetin kabulü ile ihalenin feshine karar vermek gerekirken reddi isabetsizdir.
SONUÇ: Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK. 366 ve HUMK.’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 30.09.2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Çatı Yapımı Proje Değişikliği Gerektirmekte Olup Kat Maliklerinin Oybirliği ile Alacağı Kararla Yapılabilir
T.C
YARGITAY
20.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO :2019/1742
KARAR NO :2019/3845
KARAR TARİHİ :10/06/2019
K A R A R
Dava dilekçesinde, davacı tarafından davalılar aleyhine ödenmeyen ortak kullanım alanı olan çatı yapım bedelinin tahsili amacıyla icra takibi başlattığını, borçluların ödeme emirlerine itiraz ederek takibi durdurduklarını, apartmanın çatısının yapımı konusunda tarafların anlaştıklarını, ancak daha sonra çatının yapım bedelini davalıların ödemediğini, Kat Mülkiyeti Kanununun 20/1c maddesi gereğince çatı yapım bedelini ödemeleri gerektiği belirtilerek borçluların itirazlarının iptali ile takibin devamı istenilmiştir.
Mahkemece 26/03/2015 tarih ve 2014/699-2015/214 E.K. sayılı davanın kısmen kabulüne dair verilen kararın davalı … vekilinin temyiz etmesi üzerine Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 12/02/2018 tarih, 2017/4685 E. – 2018/814 K. sayılı kararı ile “Mahkemece ana taşınmaza ait onaylı mimari proje getirtilip dosyaya konulduktan sonra mimari proje de çatı olup olmadığı tespit edilerek projede çatının olması halinde davacının yaptırmış olduğu çatının mimari projeye uygun olup olmadığı, yaptırılan çatının sadece kendi dairesinin üzerini mi yoksa ana taşınmazın tümünü mü kapsayacak şekilde yaptırıldığı saptanarak, çatı yapım bedeline ilişkin tüm faturalar dosyaya konulduktan sonra kat malikleri kurul kararına dayanılarak yapılmış ise Iğdır İcra Müdürlüğünün 2013/2756 Esas sayılı dosyasındaki ….200,00.-TL miktarın ilgili genel kurul kararına uygun olup olmadığı
araştırılarak hüküm kurulması gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.” denilmek sureti ile kararın bozulmasına karar verilmiştir.
Mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama neticesinde; davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, ortak gider alacağına yönelik başlatılan icra takibine yapılan itirazın iptali istemine ilişkindir.
Dava konusu taşınmazın mimari projesine göre ana taşınmazda çatının olmadığı belirlenmiştir. Somut olayda ise davacının kendi dairesini kapatacak şekilde yaptırdığı tespit edilmiştir. Çatı yapımı proje değişikliği gerektirmekte olup kat maliklerinin oy birliği ile alacağı kararla yapılabilir. Bu hususta kat maliklerinin oy birliğiyle almış olduğu bir karar bulunmamaktadır.
Ana taşınmaza ait proje tüm kat maliklerinin muvafakatı ile değiştirilip belediyece onaylanmadıkça, projedeki biçimin korunması ve onarımın projesine ve tekniğine uygun olarak yapılması gerekir. 643 sayılı KMK’nın 19. maddesine aykırı şekilde ve projesinde yer almayan biçimde yapılan çatının yapım giderinden bu duruma onay vermeyen davalı taraf sorumlu tutulamaz.
Tüm bu nedenlerle mahkemece yazılı şekilde karar verilmesinde isabetsizlik bulunmadığından dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlar ile yasal gerektirici nedenlere göre, yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile usule ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA, temyiz harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına yer olmadığına 10/06/2019 günü oy birliğiyle karar verildi.
Havale Bir Ödeme Vasıtası Olup, Var Olan Bir Borcun Ödendiğini Gösterir. Bu Karinenin Aksini Havaleyi Gönderen Şahsın İspat Etmesi Gerekir.
T.C
YARGITAY
13. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO : 2016/8792
KARAR NO : 2019/5946
KARAR TARİHİ : 08/05/2019
K A R A R
Davacı, davalıya 25.7.2014 ve 19.8.2014 tarihli dekontlar ile borç para verdiğini, davalının borcunu ödememesi üzerine icra takibi başlattığını ileri sürerek, icra takibine vaki itirazın iptaline ve %20 icra inkar tazminatına karar verilmesini istemiştir.
Davalı, davaya cevap vermemiştir.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı, davalıya karz ilişkisine dayalı olarak borç para verdiğini, süresinde geri ödenmediğini ileri sürerek, verdiği paranın davalıdan tahsili amacıyla başlattığı takibe vaki itirazın iptali istemiyle eldeki davayı açmıştır.
Davalı ise, davaya cevap vermemiş, icra takibine yönelik itiraz dilekçesinde davacının borcunu ödediğini, davacıdan borç para almadığını savunmuştur.
Mahkemece, davalının icra takibine verdiği itiraz dilekçesinde takip konusu alacağın, davalıya borç olarak gönderilen para olmadığı, tersine kendisinin davacıdan alacaklı olduğu, alacağının dayanağı senet bedeline karşılık olarak 4.000,00 TL’nin davacı tarafından kendisine gönderildiği savunulduğundan, ispat yükünün davalıya geçtiği, isticvap davetiyesine rağmen davalının gelmediği gerekçe gösterilmek suretiyle davanın kabulüne karar verilmişse de, havale bir ödeme vasıtası olup, var olan bir borcun ödendiğini gösterir. Bu karinenin aksini havaleyi gönderen şahsın ispat etmesi gerekir. Davalı, karşı tarafın ileri sürdüğü maddi vakıanın varlığını kabul etmekle birlikte, onun hukuki niteliğinin (vasfının), ileri sürülenden başka olduğunu bildirmek suretiyle gerekçeli inkarda (vasıflı ikrar) bulunmuştur. Öğreti ve uygulamada kabul edildiği üzere vasıflı ikrar (gerekçeli inkar), bölünemeyen ikrarlardan olduğundan bu durumda ispat yükü davacıdadır. Davacı taraf, davaya konu paranın borç olarak verildiği yolundaki iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür; buna bağlı olarak, davalı savunmasını ispat ile yükümlü olmayacaktır. O halde, mahkemece, ispat yükünün davacı üzerinde olduğu gözetilerek ve tarafların sundukları deliller değerlendirilerek hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, mevcut olayda ispat yükü ters çevrilerek yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz olunan hükmün davalı yararına BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, HUMK’nun 440/III-1 maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 08/05/2019 gününde oy birliğiyle karar verildi.