Alacaklı Temerrüdünün Oluşması İçin, Borçlunun Borcunu Usulüne Uygun Olarak Alacaklıya Arz Etmesi, Alacaklının ise Haklı Bir Neden Olmaksızın Ödemeyi Reddetmesi Gerekir
T.C
YARGITAY
11. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO :2017/4954
KARAR NO :2019/5047
KARAR TARİHİ :08/07/2019
Davacı vekili, müvekkilinin davalının acentesi olduğunu, tarafların aralarındaki acentelik sözleşmesini protokol düzenleyerek bitirmek istediklerini ve 22/12/2006 tarihli protokol düzenlediklerini, anılan protokol uyarınca davalı tarafından müvekkiline ödenmesi gereken meblağın üç taksidinin protokoldeki adresinde ödendiğini, dördüncü taksit ve dördüncü taksitle birlikte ödenmesi gereken 2006 yılı Aralık hak ediş fatura bedelinin ödenmemesi üzerine davalı aleyhine icra takibi başlatıldığını ancak, davalının haksız olarak borca itiraz ederek borcun icra takibinden önce müvekkili adına bankaya yatırıldığını iddia ettiğini oysa, protokolde müvekkilinin açık adresinin yazılı olduğunu, hangi tarihlerde ne kadar para ödeneceğinin de kararlaştırıldığını, dördüncü taksite 2006 yılı Aralık hak ediş faturasının dahil edilmesi gerektiğinin de açıkça düzenlendiğini, buna uygun olarak da ilk üç ödeme taksitinin davacı protokol adresine yapılarak ödeme belgesi düzenlendiğini, başkaca ödeme de kararlaştırılmadığını, para borcunun götürülecek borç olup, alacaklı ikametgahında ödenmesi gerektiğini, müvekkilinin uzun yıllar kullanmadığı bir banka hesabına, ihbar da edilmeden yapılan ödemenin kötüniyetli ve usulsüz olduğunu, banka kayıtlarını kontrol ederek dava açma tarihinde bu ödemeyi öğrendiklerini, parayı da henüz çekmediklerini yine, 37.821,94 TL’lik ödemenin protokoldeki ödeme tarihinden sonra yapıldığını ileri sürerek, itirazın iptalini, takip miktarına dava tarihine kadar faiz işletilmesi daha sonra alacağın tüm fer’ileri, vekalet ücreti, icra masraf ve harçlarının hesaplanması ile sonrasında da belirlenen alacak miktarından haricen bankaya yatırılan rakam mahsup edilerek BK’nın 84. m. gereğince kalan rakam üzerinden tüm fer’ileri ile birlikte takibin devamı ile davalıdan tahsiline karar verilmesini, 37.821,94 TL’nin icra dosyasında hesaplanacak tüm fer’ileri, masraf ve vekalet ücretinin de ödenmesine karar verilmesini ve alacağın %40 oranında icra inkar tazminatına hükmedilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, protokol uyarınca üç taksidin davacı adresinde makbuz karşılığı ödendiğini, dördüncü taksit ve Aralık hak edişi 14.535,61 TL ile birlikte davacı alacağı olan 40.855,61 TL’den davacının acentelik
dönemine ait kesintiler düşüldükten sonra 37.821,94 TL olan alacağın adresine götürülerek ödenmek istendiğini ancak, kabul edilmediğini, 10/02/2007 tarihi cumartesi günü olup, ödeme kabul edilmediğinden temerrüte düşmemek için tatilden sonraki ilk iş günü olan 12/02/2007 pazartesi günü davacının bilinen Ziraat Bankası Pozcu Şubesi’ndeki hesabına havale edilerek protokole bağlı olarak borcun tamamının
ödendiğini, protokol gereği devir teslim sonrasında oluşan davacıyı ilgilendiren ve sorumluluğunda olan 3.034,04 TL’lik acentelik dönemine ait kesinti bulunduğunu, bunların araç, motorin bedelleri, elektrik – su borcu, devir teslim sırasında mükerrer tazmin çıkış karşılığı, devir teslimden sonra tahsil edilemeyen faturalar karşılığını oluşturduğunu, bu kesinti miktarının davacı alacağından düşüldükten sonra kalan kısmın banka hesabına icra takibinden önce yatırıldığını, davacı vekiline de telefonla bankaya ödeme yapıldığının bildirildiğini, davacının paranın hesaba yatırıldığını bilmediği yönündeki iddiasının doğru olmadığını savunarak, davanın ve icra inkar tazminatı isteminin reddini, davacının asıl alacağın %40’ından aşağı olmamak üzere kötüniyet tazminatına mahkum edilmesini talep etmiştir.
Mahkemece bozma ilamı, iddia, savunma, toplanılan deliller, bilirkişi raporu, ve tüm dosya kapsamına göre, davacı-alacaklı tarafın, davalı-borçlu taraftan 3.033,40 TL alacaklı olduğu, takibe konu alacağı bu miktar yönünden yapılan itirazın haksız olduğu ve alacağın sürüncemede bırakıldığı gerekçeleriyle davanın kısmen kabulüyle; Mersin 6. İcra Müdürlüğünün 2007/1038 esas sayılı dosyasına yapılan itirazın 3.033,40 TL’lik kısmının iptaline, kabul edilen 3.033,40 TL’nin dava tarihi itibariyle yürürlükte olan 2004 sayılı İ.İ.K’nın 6352 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki hali dikkate alınarak %40’ına tekabül eden 1.213,36 TL icra inkar tazminatının davalı-borçludan tazminine, fazlaya ilişkin taleplerin reddine, karar verilmiştir.
Kararı, davacı ve davalı vekilleri temyiz etmişlerdir.
1-) Dosyadaki yazılara, mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik ve özellikle mahkemece benimsenen bilirkişi raporundaki değerlendirme ve taraflar arasındaki açık hesaba ilişkin ekstre gözetildiğinde, mutad uygulama kapsamında, davacının Aralık-2006 yılına ilişkin hak ediş tutarından davalıya ait 1.590,69 TL tutarındaki iade faturası tutarının mahsup edilmesinde 22.12.2006 tarihli protokol hükümleri uyarınca bir yanlışlık bulunmamasına, keza yine bilirkişi raporunda da yer verildiği üzere, davalı yanca yapılan toplam 1.268,83 TL tutarındaki bir kısım harcamalar ile Fatih Kitabevi tazmin bedelinin ve davalı tarafından yapılan ödemeye ilişkin banka havale masrafının davacı alacağından düşülmemesinde bir isabetsizlik olmamasına göre taraf vekillerinin aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.
2-) Dava, taraflar arasındaki acentelik sözleşmesinin ve bu sözleşmeden kaynaklanan davalıya ait takipli borçların tasfiyesi amacıyla düzenlendiği anlaşılan 22.12.2006 tarihli protokole dayalı alacağın tahsili için davacı acente tarafından başlatılan icra takibine vaki itirazın iptali isteminden ibarettir.
Yukarıda yapılan özetten de anlaşılacağı üzere, davalı yan gerek takibe itirazında ve gerekse de dava sırasındaki savunmalarında, yaptıkları mahsuptan sonra bakiye alacağın tesellümünden kaçınılması nedeniyle belirlediği meblağın davacının banka hesabına ödendiğini, bu suretle takip tarihi itibariyle davacı yana borçlu olmadıklarını ileri sürmüş, davacı yan ise bunun mutad bir ödeme biçimi olmayıp hesaba yatırılan paradan takibe itiraz edilmesiyle haberdar olduklarını, davalı borçlunun alacaktan mahsup yapmasının haklı nedenlere dayanmadığını ileri sürmüş, yapılan ödemenin ise takipten sonra yapılan kısmi ödeme niteliğinde addedilmesi ile öncelikle faiz ve takip giderlerine mahbup edilmesi gerektiğini savunmuştur.
Somut uyuşmazlığa uygulanması gereken 818 sayılı BK’nın 90. maddesi uyarınca, alacaklının temerrüdünün oluşması için, borçlunun borcunu, usul dairesinde alacaklıya arz etmesi, alacaklının ise haklı bir neden olmaksızın ödemeyi reddetmesi gerekir. Böyle bir durumda, borçlu aynı kanunun 91. maddesi uyarınca, borcunu hakim tarafından belirlenecek bir mahalle tevdi etmek suretiyle borçtan kurtulabilecektir. Öte yandan, para borçları 818 sayılı BK’nın 73. maddesi uyarınca, götürülecek borçlar nev’inden olup, başka bir mahalde ifa, ancak alacaklının kabulü veya ifa yerinin sözleşmeyle belirlenmesi
ile mümkündür.
Anılan kanun hükümleri doğrultusunda somut olay değerlendirildiğinde, taraflar arasındaki protokol ve asıl sözleşmede, davacıya yapılacak ödemelerin ifa yeri bakımından bir açıklık bulunmamaktadır. Bu itibarla, BK 73. maddesi dairesinde, davalının borç ödemesini, davacının ikametgahında ve doğrudan (elden) kendisine yapması gerekmektedir. Hal böyle olmakla, bizzat davalı delilleri arasında bulunan tutanaktan da anlaşılacağı üzere, savunmasının aksine davalı yanın, borcun ifası bakımından davacının konutunda yahut iş yerinde bir ödemesinden yahut ödeme teklifinden söz edilemeyecektir. Keza davalının bir kısım mahsup işleminin yerinde olmadığı anlaşılmakla, varılan bu sonuç dairesinde, borçlunun yaptığı ödeme teklifinin de, kanunun kullandığı deyimle, usul dairesinde bir ödeme teklifi mahiyetinde olmadığı, alacaklının kısmi ödemeyi reddetmiş olması halinde dahi alacaklı temerrüdünün
koşullarının bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Öte yandan, bir an için aksinin kabulü halinde dahi, davalının, yukarıda zikredilen 818 sayılı BK’nın 91. maddesi çerçevesinde, borcunu mahkemece tayin edilen bir mahalle de tevdi etmediği ortadadır. Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 22.11.2012 tarih ve 9416/10921 sayılı benzer bir konuyla ilgili verdiği kararda da zikredildiği ve davacının, dosyaya yansıyan ekstreden de anlaşılacağı üzere uzun süredir işlem görmeyen banka hesabını kontrol etme yükümlülüğü bulunmaması nedeniyle, hukuken, davalı borçlunun icra takibinden önce takip konusu borcunun kısmen yahut tamamen ödendiği kabul edilemez. Bu durumda, mahkemece, davalının yaptığı ve kısmi nitelikte olduğu anlaşılan ödemeyi öncelikle faiz ve masraflardan düşerek sonuca varılması gerekirken, aksine düşüncelerle yazılı şekilde karar verilmesi yerinde olmamış, davacı vekilinin bu yöne ilişen temyiz itirazının kabulüyle yerel mahkeme kararının davacı yararına bozulması gerekmiştir.
3-) Davalı yanın sair temyiz itirazlarına gelince; davalı, takip ve yargılama aşamasındaki tüm savunmalarında, davacı acentenin tahsil yetkisine sahip olduğunu ve tahsil edilemeyen taşıma faturalarından kaynaklanan sorumluluğun davacıya ait bulunduğunu ileri sürmüştür. Gerçekten de taraflar arasındaki acentelik sözleşmesinde ve düzenlenen tasfiye protokolünde davacının tahsil edilemeyen faturalardan kaynaklanan sorumluluğunun bulunduğu ve tasfiye protokolüne rağmen bu sorumluluğun takip tarihi itibariyle de halen var olduğunun kabulü gerekir. Davalı yan, tahsil edilemeyen fatura tutarlarının 1.103,10 TL tutarında olduğunu öne sürmüş, buna ilişkin müfredat pusulasını da dosyaya sunmuştur. Mahkemece benimsenen bilirkişi raporunda, söz konusu savunma, bu yönüyle incelenmemiş, sadece dönemsellik ilkesi bakımından davalı yanın mahsubunun yerinde olmadığı açıklanmıştır. Halbuki, davacının alacağından davalı tarafından tahsil edilemeyen taşıma bedellerine ilişkin olarak mahsup edilen bu kalemin dönemsellik ilkesi ile bir ilgisi bulunmamaktadır. Hal böyle olmakla, davalının söz konusu savunmasının, her iki taraf defterleri de incelenerek, yerinde olup olmadığının değerlendirilmesi ve sonucuna göre davalının mahsuba haklı olup olmadığı, haklı ise ne miktarda mahsup cihetine gidebileceği belirlenerek hüküm kurulması gerekirken, eksik incelemeye dayalı olarak yazılı şekilde bu kalemden ötürü davalının mahsup yapamayacağının kabulü yerinde olmamış, davalı vekilinin bu yöne ilişkin temyiz itirazının kabulüyle yerel mahkeme kararının davalı yararına da bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle, taraf vekillerinin sair temyiz itirazlarının reddine, (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazının kabulüyle hükmün davacı yararına, (3) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazının kabulüyle hükmün davalı yararına BOZULMASINA, ödedikleri peşin temyiz harcının istekleri halinde temyiz eden davacı ve davalıya iadesine, 08/07/2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
İhtiyaç Nedeniyle Tahliye Davasında İhtiyaç Samimi ve Zorunlu Olmalıdır
T.C.
YARGITAY
3. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO : 2017/8919
KARAR NO : 2018/4322
KARAR TARİHİ : 19.04.2018
K A R A R
Davacı 30/06/2015 tarihinde açtığı işbu dava ile; … İli, … İlçesi,…Mahallesi 1829 ada 8 parsel sayılı taşınmazı 23/12/2014 tarihinde bebe giyimi ağırlıkta olmak üzere her türlü giyime ilişkin imalat ile toptan ve perakende satış işi yapmak için satın aldığını, davalının ise 17/10/2011 başlangıç tarihli kira sözleşmesi ile taşınmazın kiracısı olduğunu, … 5. Noterliği’nin 31/12/2014 tarih 13713 yevmiye nolu ihtarnamesi ile taşınmazın ihtiyaç nedeniyle tahliye edilip tarafına teslim edilmesi için davalıya ihtarname çekildiğini, ihtarnamenin 02/01/2015 tarihinde tebliğ edildiğini yine … 3. Noterliği’nin 05/01/2015 tarih 71 yevmiye nolu ihtarnamesi ile de aylık 880,00 TL kira bedelinin bildirilen banka hesabına yatırmasını istediklerini fakat davalının ödeme yapmadığı gibi taşınmazı da tahliye etmediğini belirterek birikmiş 2015 yılı Ocak, Şubat, Mart, Nisan, Mayıs ve Haziran aylarına ait toplam 5.280 TL kira alacağının temerrüt tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsiline ve ihtiyaç nedeniyle davalının dava konusu kiralanandan tahliyesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı,davaya cevap vermemiştir.
Mahkemece, davacının ihtiyaç iddiasının zorunlu olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1-Davacının alacak istemine yönelik temyiz itirazlarının incelemesinde; Davacı dava dilekçesinde, ihtiyaç nedeniyle tahliyenin yanısıra ödenmeyen kira bedellerinin tahsilini de talep etmiştir.Mahkemece, davacının alacak istemi bulunmasına rağmen, bu hususta olumlu ya da olumsuz bir karar verilmeden hüküm kurulması hatalıdır.
2-Davacının tahliyeye ilişkin temyiz itirazlarına gelince; Konut ya da çatılı işyeri niteliğindeki bir taşınmazı iktisap eden kimse dilerse eski malik ile kiracı arasında yapılmış sözleşmeye dayanarak sözleşmenin sonunda bir ay içinde, dilerse TBK.’nun 351. maddesi uyarınca edinme günü de dahil olmak üzere edinme tarihinden başlayarak bir ay içinde durumu kiracıya yazılı olarak bildirmek koşuluyla edinme tarihinden itibaren altı ay sonra ihtiyaç nedeniyle tahliye davası açabilir. Davanın altı ayın sonunda hemen açılması şart olmayıp sözleşme sonuna kadar açılması mümkündür. Ancak edinmeyi izleyen bir ay içerisinde bildirimin tebliği zorunlu olup bunun sonradan giderilmesi mümkün değildir. Açılacak davada tahliyeye karar verilebilmesi için ihtiyacın varlığının kanıtlanması gerekir.
İhtiyaç iddiasına dayalı davalarda tahliyeye karar verilebilmesi için ihtiyacın gerçek, samimi ve zorunlu olduğunun kanıtlanması gerekir. Devamlılık arzetmeyen geçici ihtiyaç tahliye nedeni yapılamayacağı gibi henüz doğmamış veya gerçekleşmesi uzun bir süreye bağlı olan ihtiyaç da tahliye sebebi olarak kabul edilemez. Davanın açıldığı tarihte ihtiyaç sebebinin varlığı yeterli olmayıp, bu ihtiyacın yargılama sırasında da devam etmesi gerekir.
Olayımıza gelince; Dava konusu yapılan işyerinin önceki malik tarafından davalıya 17/10/2011 başlangıç tarihli ve 1 yıl süreli kira sözleşmesi ile kiraya verildiği konusunda taraflar arasında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.Davacı, kiralananın da içinde bulunduğu iki katlı kargir atölye vasfındaki taşınmazı önceki malikten 23/12/2014 tarihinde satın almıştır.İhtiyaçlı davacı , halen … ilçesinde züccaciye ve hediyelik eşya ticareti ile uğraşmakta olup açtığı işbu dava ile … il merkezinde bulunan dava konusu kiralanan taşınmazda bebe giyimi ağırlıkta olmak üzere her türlü giyime ilişkin imalat ile toptan ve perakende satış işi ile iştigal etmek amacında olduğunu belirterek ihtiyaç nedeniyle tahliye isteminde bulunmuştur.Dosya kapsamında aldırılan bilirkişi raporları ile dava konusu mecurun alt katı ile birlikte birleştirilmek suretiyle ihtiyaç iddiasına uygun,yeterli ve elverişli olduğu ve yine davacının ödenmiş sermaye ile aktif büyüklük olarak yeni bir işyeri kurabilecek kapasitesi bulunduğu anlaşılmaktadır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 01/10/1997 tarih 1997/6-630 Esas 1997/762 Karar sayılı ilamında da belirtildiği üzere özel teşebbüsün ticaretini genişletme amacı ve bu doğrultudaki gereksinimlerinin Türk Borçlar Kanununda tahliye sebebi olarak tanımlanan zorunlu ihtiyaç kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir. Mahkemece, her ne kadar davacının farklı bir iş koluna geçmek istediği ancak iş kolu değişikliğinin zorunlu ihtiyaç olmadığı belirtilerek davanın reddine karar verilmiş ise de davacının dava konusu taşınmazda halen sürdürdüğü iş kolundan farklı bir iş kolunda faaliyet göstermek istemesinde hukuki bir engel bulunmadığı gibi bu durum özel teşebbüsün ticaretini genişletme amacı kapsamında kalmaktadır. Bu itibarla;zorunlu ihtiyaç iddiasının gerçek ve samimi olduğu da kanıtlandığından kiralananın tahliyesine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile davacının iş ve faaliyet alanını kısıtlar şekilde davanın reddine karar verilmesi doğru değildir.
Hüküm bu nedenlerle bozulmalıdır.
SONUÇ: Yukarıda birinci nedenle alacağa ilişkin hükmün, ikinci bentte açıklanan nedenlerle tahliyeye ilişkin hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince davacı yararına BOZULMASINA, ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK.nun 440.maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 19.04.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Limited Şirketlerde Kar Payı Talep Etme, Kar Payının Tespiti ve Tahsili
T.C.
YARGITAY
11. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO : 2016/14687
KARAR NO : 2018/7407
KARAR TARİHİ : 27.11.2018
KARAR
Asıl davada davacı vekili, müvekkilinin davalı şirketin ortağı olduğunu, şirketin faaliyette görünmesine rağmen merkez adresinde bulunan demirbaş, makine ve cihazların tamamının müvekkili tarafından bilinmeyen bir adrese taşındığını ve şirketin faaliyetsiz hale getirildiğini, demirbaşların büyük bir bölümünün 18.05.2012 tarihinde satıldığını, 28.06.2012 tarihinde müvekkilinin haberdar olmadığı, çağrılmadığı ve şirket merkezinden farklı bir adreste yapılan toplantıda ortaklardan …’ın 13.000 pay karşılığı 325.000,00 TL’lik hissesini diğer ortağa devretmesi yönünde karar alındığını ve devirin 09.07.2012 tarihli Ticaret Sicil Gazetesinde yayınlandığını, şirketin içinin boşaltıldığını, şirketin sermaye artışına gittiğini, müvekkilinin ödemesi gereken sermaye miktarının 350.000,00 TL olup, bunun 317.127,73 TL’sinin ödendiğini, diğer iki ortaktan her birinin hisseleri oranında ödemeleri gereken sermayenin 325.000,00 TL olmasına rağmen her bir ortağın sadece 70.000 TL ödediğini, ortakların sermaye ödeme borcunu yerine getirmediklerini ve temerrüde düştüklerini, müvekkilinin maddi zarara uğratıldığını ileri sürerek, müvekkilinin davalı şirkette bulunan hissesi oranında şahsına düşen kâr payının tespiti ile tespit edilen miktarın faiziyle davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini, şimdilik kar payından fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 15.000 TL kâr payının ticari faiziyle tahsiline, davalıları şirket demişbaşlarını ve tüm eşyalarını haksız olarak kaçırmaları ve müvekkilini zarara uğratmaları nedeniyle davacının yatırdığı sermaye miktarı oranında alacağının tahsilini, şimdilik demirbaş adı altında 35.000 TL’nin dava tarihinden itibaren tahsilini, 15.000 TL manevi tazminatın tahsilini, şirketin tasfiyesini talep ve dava etmiştir.
Davalı-karşı davacı vekili, davacı-karşı davalının ortaklığın kendisine yüklediği sorumlulukları yerine getirmediğini, davetlere rağmen ortaklar kurulu toplantılarına katılmadığını, şirketin kar dağıtımı konusunda bir karar almadığını, şirketin demirbaşlarının ve araçlarının çoğunun icra takiplerinde muhafaza altına alındığını savunarak, asıl davanın reddini istemiş, karşı davada ise, asıl davaya yönelik beyanlarını tekrarla, şirketin fesih ve tasfiyesini, 100.000 TL manevi tazminatın faiziyle davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
İhbar olunan, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, her iki tarafın da şirketin tasfiyesini talep ettiği, şirketin icra ve haciz tehditleri altında ödemeler yaptığı, şirket faaliyetlerinin önemli ölçüde tehlikeye girdiği, bilirkişi kurulu raporunda şirket kârı ile ilgili yapılan tespitler ve talep uyarınca kar payı miktarının belirlendiği, davacı ve karşı davacının manevi tazminat talebinin yasal şartlarının oluşmadığı gerekçesiyle, davacı ve karşı davacının şirketin tasfiyesine yönelik davanın kabulü ile, … Sağlık Hizmetleri Limited Şirketinin tasfiyesine, tasfiye memuru olarak … . İcra Müdürünün atanmasına, tasfiye memuruna her ay tasfiye işlemleri için 300 TL ücret takdirine, yasal tescil ve ilanların yapılmasına, davacının kâr payı davasının kabulü ile, 15.000 TL nin dava tarihinden ticari faiziyle davalı şirketten tahsiline, davacının şirket demirbaşına ve manevi tazminata ilişkin taleplerinin reddine, karşı davacının manevi tazminat talebinin reddine karar verilmiştir.
Kararı, asıl davada davacı vekili, ihbar olunan ile davalı-karşı davacı vekili temyiz etmiştir.
1-) Bir davada kararı temyiz etme hakkı, yalnız taraflara veya hüküm ile kendisine mükellefiyet yüklenen veya bir hakkı ihlal edilen kimseye veyahut kanunun açıkça belirttiği mercilere aittir. Temyiz isteminde bulunan ihbar olunanakarşı husumet yöneltilerek açılan bir dava bulunmadığı, mahkemece verilen kararda da anılanın ihbar olunan sıfatı ile karar başlığında gösterildiği ve aleyhine herhangi bir hüküm de tesis edilmediği anlaşıldığından, ihbar olunanın kararı temyiz etmekte hukuki yararı da bulunmadığından, ihbar olunan …’in temyiz isteminin reddine karar vermek gerekmiştir.
2-) Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davacı-karşı davalı vekilinin tüm, davalı-karşı davacı ile davalı şirket vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.
3-) Asıl dava, davacının kâr payının tespiti ile tahsili, manevi tazminat, şirketten olan alacaklarının tahsili ve şirketin tasfiyesi, karşı dava ise, şirketin fesih ve tasfiyesi ile manevi tazminatın tahsili istemlerine ilişkindir. Asıl davada davacı tarafça, şirketin kuruluşundan itibaren kâr payı dağıtılmadığı ileri sürülerek, hissesi oranında şahsına düşen kâr payının tespiti ile tespit edilen miktarın tahsili istenilmiş, mahkemece de yukarıda özetlendiği şekilde davacının kâr payı isteminin kabulüne karar verilmiştir. Ancak, limited şirketlerde şirketin kâr elde etmiş olması, kendiliğinden limited şirket ortağına kâr payı talep etme yetkisi vermeyecektir. Şirket ortaklarına kâr payı dağıtılabilmesi için, öncelikle ortaklara kâr payı dağıtılması yönünde ortaklar kurulunca bir kararın alınması gerekmektedir.
Somut uyuşmazlıkta bilirkişi kurulunca yapılan tespitler ile kâr payı dağıtımına yönelik ortaklar kurulu kararının bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu yönde alınmış bir karar olmadan mahkemenin ortaklar kurulu yerine geçerek ortağa kâr payı vermesi mümkün değildir. O halde, kâr payı isteminin reddine karar verilmesi gerekirken, anılan husus nazara alınmaksızın yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ :
Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, ihbar olunanın temyiz isteminin REDDİNE,
(2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davacı-karşı davalı … vekilinin tüm, davalı-karşı davacı … ile davalı şirket vekilinin sair temyiz itirazlarının reddi ile, karşı dava ve asıl davada kâr payı dışındaki istemler yönünden verilen hükmün ONANMASINA,
(3) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davalı-karşı davacı ile davalı şirket vekilinin asıl davada kâr payının tahsiline yönelik davalı şirket lehine yapıldığı nazara alınan temyiz itirazlarının kabulü ile, asıl davada kâr payı isteminin kabulüne dair verilen kararın davalı şirket yararına BOZULMASINA,
aşağıda yazılı bakiye 6,70 TL temyiz ilam harcının temyiz eden asıl davada davacıdan alınmasına, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz eden ihbar olunana iadesine, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz eden davalı-karşı davacıya iadesine, 27.11.2018 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
İcra Mahkemesine Yapılan Şikayet HMK Anlamında Bir Dava Olmadığından Islah Müessesi Uygulanmaz
YARGITAY
12.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO : 2018/ 5648
KARAR NO : 2019 / 3477
KARAR TARİHİ : 04.03.2019
K A R A R
Sair temyiz itirazları yerinde değil ise de;
İcra mahkemesinin şikayete konu hususa ilişkin almış olduğu 27/04/2016 tarihli ek bilirkişi raporunda toplam alacağın icra takip tarihi itibariyle borçlu sigorta şirketi yönünden 32.773.63 TL olduğu tespit edilmiş olup mahkemece rapor doğrultusunda karar verilmiş olmakla, şikayet dilekçesinde borçlunun icra emrinin 51.728.14 TL lik kısmının iptali ile toplam borcun 40.429.44 TL olduğu ve takibe bu miktar üzerinden devamına ilişkin talepte bulunulduğu, bilahere sigorta şirketinin 08/05/2016 tarihli ıslah dilekçesi ile icra emrinin 59.383.95 TL lik kısmının iptalini talep ettiği görülmüştür. Bilindiği üzere icra mahkemesince verilen kararlar kanuni istisnalar dışında kesin hüküm teşkil etmemektedir. Yine icra mahkemesine yapılan şikayet HMK anlamında bir dava olmadığından ıslah müessesesi uygulanamaz.6100 sayılı HMK’nun “Taleple Bağlılık” başlıklı 26. maddesinin birinci fıkrasında; “Hakim tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir” hükmüne yer verilmiştir. Somut olayda hesaba ilişkin itiraz sonucu verilen karar kesin hüküm teşkil etmeyip 27/04/2016 tarihli ek bilirkişi raporundan sonra ıslahla taleplerin artırılması mümkün değildir.
O halde mahkemece şikayet dilekçesindeki talep doğrultusunda karar verilmesi gerekirken ıslahın kabul edilerek buna göre değerlendirme yapılması yerinde olmadığı gibi bilirkişinin tanzim ettiği raporlarda alacaklı … lehine vekalet ücreti alacağının hesaplamada dikkate alınmadığı, buna yönelik değerlendirmenin mahkeme gerekçesinde yer almadığı ve temyize bu hususun da getirilmiş olduğu görülmekle mahkemece gerekirse bu konuda ek rapor alınmak suretiyle oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi de doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ : Alacaklıların temyiz itirazlarının kısmen kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nin 366. ve HUMK’nin 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 04/03/2019 gününde oy birliğiyle karar verildi.
Sözleşme Yapılırken Hataya Düşen Tarafın Kusurlu Bulunması Sözleşmenin İptaline Engel Değildir
YARGITAY
1. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO :2016/8941
KARAR NO :2019/2902
KARAR TARİHİ :30.04.2019
Mahkemece; iddianın kanıtlandığı gerekçesiyle davanın kabulüne, dava konusu … ada … parsel sayılı, 20.516.28 m2 miktarlı taşınmazın davalı adına olan tapu kaydının iptali ile davacı adına tesciline, davacı tarafından mahkeme veznesine depo edilen 40.000 TL satış bedelinin ise davalıya ödenmesine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden, … ada … parsel sayılı, 20.516,28 m2 miktarlı tarla vasıflı taşınmazın tamamı davacı adına kayıtlı iken 02.01.2014 tarihli satış işlemiyle tamamını davalıya temlik ettiği, davacının aynı tarihte … ada … parsel sayılı taşınmazda adına kayıtlı 1/3 payı da dava dışı oğlu …’a satış yolu ile temlik ettiği anlaşılmaktadır. Bilindiği üzere, sözleşmenin konusu, niteliği ve ödenecek miktar gibi hususlarda dikkatsizliği veya bilgisizliği sonucu gerçek iradesine uymayan beyanda bulunmak suretiyle esaslı hataya düşen tarafın sözleşme ile bağlı sayılamayacağı kuşkusuzdur. Hemen belirtmek gerekir ki, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununda (TBK) tıpkı 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK) gibi esaslı hatanın (yanılmanın) tanımı yapılmamış, 31 ve 32. maddede sınırlayıcı olmamak üzere örnekler gösterilmiştir. Kısaca iç irade ile açıklanan irade arasındaki bilmeyerek yapılan uyumsuzluk olarak tanımlanan hatanın (yanılmanın) esaslı kabul edilebilmesi için, uygulamada ve bilimsel alanda ortaklaşa benimsendiği gibi, girişilen taahhüdün başlıca sebebini teşkil etmesi, daha açık söyleyişle hem yanılgıya düşen taraf, yönünden (sübjektif unsur), hem de iş hayatındaki dürüstlük kuralları (objektif unsur) açısından, hataya düşülmese idi böyle bir sözleşmenin hiç veya açıklanan biçimde yapılmayacağının ispatlanması zorunludur.
Bu koşulların varlığı halinde hataya düşen taraf, isterse iptal hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırılabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir. Yeter ki hatanın ileri sürülmesi TBK’nin 35. (BK’nin 25.) ve TMK’nin 2. maddesinde hükme bağlanan dürüstlük kuralına aykırı olmasın.
Hemen belirtmek gerekir ki, sözleşme yapılırken hataya düşen tarafın kusurlu bulunması sözleşmenin iptaline engel değildir. Ne var ki, TBK’nin 35. (BK’nin 26.) maddesinde öngörüldüğü gibi hatayı bilmeyen veya bilecek durumda bulunmayan ve kusursuz olan karşı tarafın menfi, gerektiğinde müspet zararının ödenmesi gerekir.
Öte yandan, yanılma ve aldatma her türlü delille ispat edilebileceği gibi iptal hakkının kullanılması hiçbir şekle de bağlı değildir. Öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde karşı tarafa yöneltilecek bir irade açıklaması, def’i yahut dava yoluyla da kullanılabilir.
Somut olaya gelince, dosya içeriği ve toplanan delillere göre temlikin iradi olduğu ve hata (yanılma) koşullarının oluşmadığı sonucuna varılmaktadır.
Hâl böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir. Davalının yerinde bulunan temyiz itirazının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 30.04.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
Tebligatın “Açık Mavi Zarfla” Yapılmamasının Aranması Aşırı Şekilcilik Olup Tebligatın Kabulü
T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO : 2019/6004
KARAR NO : 2019/8960
KARAR TARİHİ :23/05/2019
K A R A R
ÖZET: Tebligat Kanunu’nun 21/2. maddesine göre yapılacağına ilişkin usulüne uygun meşruhat bulunduğu nazara alındığında tebliğin usule uygun yapıldığı anlaşılmaktadır. Tebligatın açık mavi zarfla yapılmasının aranmasının ise, aşırı şekilcilik olduğunun, icra dairelerinde mavi renkli zarf bulunmaması halinde, beyaz renkli zarfa usulüne uygun şekilde söz konusu şerhin yazılması halinde, salt zarfın beyaz renkli olması nedeniyle usulsüz olduğu sonucuna varılamayacağının kabulü gerekir.
Yukarıda tarih ve numarası yazılı Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu isle ilgili dosya daireye gönderilmis olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi Yeliz Aziz Peker tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra isin geregi görüsülüp düsünüldü :
Sikayetçi ipotek borçlusu icra mahkemesine basvurusunda; sair iddiaları yanında satıs ilanının usulsüz teblig edildigini ileri sürerek ihalenin feshini istemis, ilk derece mahkemesince satıs ilanı tebliginin usulüne uygun oldugu ve sair fesih sebeplerinin de yerinde olmadıgı gerekçesi ile sikayetin reddine karar verilmis, sikayetçinin mahkeme kararına karsı istinaf yoluna basvurması üzerine, Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesinin 06.02.2019 tarih ve 2019/15 E. – 2019/259 K. sayılı kararı ile, sikayetçiye yapılan satıs ilanı tebliginin, teblig zarfının açık mavi renkli olmadıgı belirtilerek usulsüz oldugu gerekçesi ile sikayetçinin istinaf basvurusunun kabulü ile sikayetin kabulüne ve ihalenin feshine karar verilmis, hüküm alacaklı tarafından temyiz edilmistir.
7201 sayılı Kanunu’nun “Teblig Imkansızlıgı ve Bilinen Adreste Tebligat” baslıklı 21/2. maddesi ”Gösterilen adres muhatabın adres kayıt sistemindeki adresi olup, muhatap o adreste hiç oturmamıs veya o adresten sürekli olarak ayrılmıs olsa dahi, teblig memuru teblig olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir veya memurlarına imza karsılıgında teslim eder ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıstırır. Ihbarnamenin kapıya yapıstırıldıgı tarih, teblig tarihi sayılır.” hükmünü, “Usulüne Aykırı Tebligin Hükmü” baslıklı 32.maddesi de; ”Teblig usulüne aykırı yapılmıs olsa bile, muhatabı teblige muttali olmus ise muteber sayılır. Muhatabın beyan ettigi tarih, teblig tarihi addolunur.” hükmünü içermektedir.
Tebligat Kanunu’nun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin “Bilinen adreste tebligat” baslıklı 16/2.maddesinde; ”Bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması halinde, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi bilinen en son adresi olarak kabul edilir ve tebligat buraya yapılır. Ayrıca baskaca adres arastırması yapılmaz. 79 uncu maddenin ikinci fıkrasına göre renkli bastırılan teblig zarfında, adresin muhatabın adres kayıt sistemindeki yerleşim yeri adresi olduğu belirtilerek
bu adrese tebligat yapılacagına dair mesruhata yer verilir.” düzenlemesi, yine aynı Yönetmeligin 79/2. maddesinde de “Bu Yönetmeliğe ekli örneklere göre bastırılacak evrakın beyaz renkte olması gerekir. Ancak 16 ncı maddenin ikinci fıkrası uyarınca adres kayıt sistemine göre düzenlenecek tebliğ zarfı açık mavi renkte bastırılır.” düzenlemesi yer almaktadır.
Somut olayda; ipotek borçlusu F.. K…’a çıkartılan satıs ilanı tebligatının 16.4.2018 günü, muhatabın adresten ayrıldığından bahisle iade edildiği, borçlunun mernis adresine, “adresin muhatabın adres kayıt sistemindeki yerleşim yeri adresi olduğu belirtilerek, bu adrese Tebligat Kanunu’nun 21/2. maddesi uyarınca tebligat yapılacağına dair meşruhat” bulunan tebligatın 04.5.2018’de tebliğ edildiği, tebligat zarfının ise beyaz renkli olduğu anlaşılmaktadır.
Bu durumda, şikayete konu tebligatta, kanun ve yönetmeliğe uygun olacak şekilde, tebligin, Tebligat Kanunu’nun 21/2. maddesine göre yapılacağına ilişkin usulüne uygun mesruhat bulundugu nazara alındıgında tebligin usule uygun yapıldığı anlasılmaktadır. Tebligatın açık mavi zarfla yapılmasının aranmasının ise, asırı sekilcilik oldugunun, icra dairelerinde mavi renkli zarf bulunmaması halinde, beyaz renkli zarfa usulüne uygun sekilde söz konusu serhin yazılması halinde, salt zarfın beyaz renkli olması nedeniyle usulsüz oldugu sonucuna varılamayacagının kabulü gerekir.
O halde, Bölge Adliye Mahkemesince 6100 sayılı HMK’nın 353/1-b-1 maddesi uyarınca şikayetçinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz olup Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozulması gerekmiştir.
SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile, Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesinin 06.02.2019 tarih ve 2019/15 E. – 2019/259 K. sayılı kararının yukarıda yazılı nedenlerle, 5311 sayılı Kanun ile degisik IIK’nun 364/2. maddesi göndermesiyle uygulanması gereken 6100 sayılı HMK’nun 373/2. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), pesin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 23/05/2019 gününde oy birliğiyle karar verildi.
Senetteki İmzanın Şirket Kaşesi Üzerinde Olması Şahsi Sorumluluk Doğurmaz
T.C
YARGITAY
12.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO :2018/9989
KARAR NO :2019/579
KARAR TARİHİ :21/01/2019
Yukarıda tarih ve numarası yazılı Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu İ.. S .. tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hâkimi ** tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :
Alacaklı tarafından kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile başlatılan takipte, borçluların sair itirazlarının yanında şirket temsilcisinin şirket kaşesi üzerinde imzası bulunduğunu, şahsen sorumlu olmadığını ileri sürerek takibin iptali istemi ile icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece şirket temsilcisi hakkında takibin iptaline karar verildiği, kararın alacaklı tarafından istinaf edilmesi üzerine Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi’nin 18.01.2018 tarih ve 2018/25 E- 2018/67 K sayılı kararı ile istinaf başvurusunun esastan kabulüne, mahkeme kararının kaldırılmasına ve itirazların reddine karar verildiği, kararın borçlu İ..S.. tarafından temyiz edildiği görülmektedir.
Takip dayanağı bonoların düzenlenme tarihi itibari ile yürürlükte olup olayda uygulanması gereken 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 776/1-g maddesi gereğince, takip konusu belgenin kambiyo vasfını taşıması için “… senedi düzenleyenin imzasını” ihtiva etmesi zorunludur. Anılan maddede sorumluluk için sadece imzadan söz edilmiş, birden fazla imzanın bulunması koşul olarak öngörülmemiştir. TTK’nun 778. maddesi göndermesiyle bonolar hakkında da uygulanması gereken aynı Kanun’un 677. maddesi gereğince, şirketin münferit temsilcisinin şirket kaşesi dışında senet üzerine atmış olduğu imzanın kendisini sorumluluktan kurtaracağı düşünülemez. Yine, TTK’nun 778. maddesi göndermesi ile bonolar hakkında da uygulanması gereken aynı Kanun’un 701. ve 702/1. maddeleri gereğince, keşideci şirket kaşesi üzerindeki imza dışında bononun ön yüzüne konulan her imza aval şerhi sayılır. Aval için sadece imza yeterli olup, ayrıca ad ve soyadın yazılması gerekmez. Aval veren kimse, kimin için taahhüt altına girmiş ise tıpkı onun gibi sorumlu olur. Özetle şirket temsilcisinin şahsen sorumlu olabilmesi için şirket kaşesi dışında ayrı bir imzasının bulunması yeterlidir. Her iki imzanın da kaşe üzerinde bulunması halinde ise yetkili temsilcinin sorumluluğundan bahsedilemez. Bir diğer ifade ile senetteki her iki imza da şirket kaşesi üzerine atılmışsa, burada artık aval olgusundan söz edilemez (Hukuk Genel Kurulunun 05.10.2011tarih, 2011/12-480 E. – 2011/598 K. sayılı kararı).
Somut olayda takibe konu 31/01/2017 düzenleme tarihli 05/03/2017 vade tarihli 120.000.00 TL bedelli bononun ön yüzdeki borçluya ait iki imzanın da şirket kaşesi üzerinde olduğu, açıkta imzanın bulunmadığı görüldüğünden, imzanın şirket adına atıldığının kabulü gerekir. Bu durumda takibe konu bono nedeniyle şirket temsilcisi şahsen sorumlu olmadığından, Bölge Adliye Mahkemesi kararının belirtilen nedenle bozulması gerekmiştir.
SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi’nin 18.01.2018 tarih ve 2018/25 E- 2018/67 K sayılı kararının yukarıda yazılı nedenlerle 5311 sayılı Kanun ile değişik İİK’nin 364/2. maddesi göndermesiyle uygulanması gereken 6100 sayılı HMK’nin 373/2. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 21/01/2019 gününde oy birliğiyle karar verildi.
Ayırt Edici Özelliği Bulunmayan Fatura Mülkiyet Karinesinin Aksini İspata Elverişli Değildir
T.C
YARGITAY
8. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO :2016/9787
KARAR NO :2019/3612
KARAR TARİHİ :03.04.2019
KARAR
Davacı üçüncü kişi, 24.03.2015 tarihli haciz sırasında mülkiyeti kendisine ait olup muhafaza edeceği yeri olmadığı için borçlunun evinin bahçesine bıraktığı şap makinesinin haczedildiğini açıklayarak istihkak iddiasının kabulü ile haczin kaldırılmasına karar verilmesini dava ve talep etmiştir.
Davalı alacaklı vekili, davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.
Davalı borçlu, davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece, üçüncü kişinin dayanağı faturanın, faturayı düzenleyen şirketin ve üçüncü kişinin defterlerinde yer aldığı gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiş, karar davalı alacaklı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, üçüncü kişinin İİK’ nin 96. vd. maddelerine dayalı istihkak iddiasına ilişkindir.
Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere göre; 24.03.2015 tarihinde ihtiyati haciz kararının infazı için borçlunun, takip dayanağı bonoda yer alan adresine gidildiği, haciz esnasında hazır olan borçlunun evinin bahçesinde bulunan bir adet şap makinesinin üçüncü kişiye ait olduğunu, kendisinin de benzer bir makineye sahip iken sattığını, üçüncü kişinin işini yaptığı için makinenin emaneten kendisinde bulunduğunu beyan ettiği anlaşılmıştır. Hal böyle olunca, İİK’nin 97/a maddesinde öngörülen mülkiyet karinesinin borçlu dolayısıyla
alacaklı yararına olduğunun kabulü gerekir. Bu yasal karinenin aksinin davacı üçüncü kişi tarafından inandırıcı ve güçlü delillerle ispat edilmesi gerekir.
Davacı üçüncü kişinin dayandığı, ayırt edici özelliği bulunmayan fatura mülkiyet karinesinin aksini ispata yeterli değildir, bu belge istihkak davalarında güçlü delil teşkil etmez. O halde, Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular göz önüne alınarak, davanın reddi yerine oluşa ve dosya içeriğine uygun düşmeyen gerekçe ile haciz tutanağında mahcuzun seri numarası, üretim yılı ve modeli açıkça yazılı olmasına rağmen, ayırt edici özelliği bulunmayan, düzenleyen şirketin kapanış tasdiki bulunmayan, üçüncü kişinin ise açılış tasdikinin yapılıp yapılmadığı belli olmayan defterlerinde kayıtlı fatura uyarınca kabulüne yönelik hüküm kurulması doğru olmamıştır.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün İİK’nin 366 ve HUMK’un 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, taraflarca İİK’nin 366/3. maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 10 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 03.04.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
Hukuka veya Ahlaka Aykırı Bir Sonucun Gerçekleşmesi İçin Verilen Şey Geri İstenemez
T.C
YARGITAY
1. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO :2014/5752
KARAR NO :2015/5642
KARAR TARİHİ :16.04.2015
K A R A R
Dava, tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacı, oğlu ile davalının kızı G..’ın 17.08.2009 tarihinde evlendiklerini, kızın yaşının küçük olması sebebi ile ailelerin rızası ile evliliğin yapıldığını, davalının izin vermesine karşılık taşınmaz devrini şart koşması sebebi ile kayden maliki olduğu 2820 ada 5 parsel sayılı taşınmazı 23.10.2008 tarihinde davalıya devrettiğini, oğlu ile gelininin boşanma aşamasında olduklarını, Borçlar Kanunu’nun 27. maddesi hükmü gereğince sözleşmenin geçersiz olup, ahlaka, kamu düzenine ve kişilik haklarına aykırı olduğunu ileri sürerek tapu iptal ve tescil istekli eldeki davayı açmış, yargılama sırasın da davacının imzasının yerladığı 23.10.2008 tarihli ”Taahhütname” başlıklı belgeyi evrak arasına ibraz etmiştir.
Davalı ise, iddiaların doğru olmadığını, çekişmeye konu taşınmazı bedeli karşılığında satın aldığını, aksini davacının yazılı belge ile ispat etmesi gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davalının ahlaka aykırı olarak taşınmazı edindiği, temlik sözleşmesinin Borçlar Kanunu’nun 27. maddesi gereğince geçersiz bir sözleşme olup, yolsuz olduğu gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; davacının kayden maliki olduğu 2820 ada 5 parsel sayılı taşınmazını 23.10.2008 tarihinde satış göstermek suretiyle davalıya devrettiği, davacının oğlu H.. D..’ün 20.10.1973, davalının kızı G.. D..’ün ise 15.04.1993 doğumlu olduğu, davalı ile eşinin kızları G..’nin evlenmesine izin verilmesi konusunda 10.08.2009 tarihinde mahkemeden talepte bulundukları, davanın yargılaması sırasında dava dışı G..’ın, H.. D.. isimli kişiden hamile olduğunu beyan ettiği, yargılama neticesinde Antalya 3. Aile Mahkemesinin 13.08.2009 tarih ve 2009/622 Esas, 2009/817 sayılı kararı ile evlenmeye izin verildiği, nüfus kaydı içeriğine göre de; evliliğin 17.08.2009 tarihinde gerçekleştiği anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere, temlik tarihinde yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanununun 19. maddesinin 1. fıkrası ile (6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 26. maddesi) sözleşme yapma özgürlüğü ilke olarak benimsenmiş, ancak bu özgürlüğe, her özgürlükte olduğu gibi sınırlandırma getirilmiştir. (818 Sayılı Borçlar Kanunu’nun 19/2. ve 20. maddesi ile 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 27/1. maddesi) Sözleşme özgürlüğünün hukuka aykırı olarak yapılmasının yaptırımı olarak da sözleşmenin hükümsüzlüğü kabul edilmiştir. Borçlar Kanununun 19. ve 20. maddeleri, (6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 27 ve 28. maddeleri) taşınmazların devri bakımından da geçerli sınırlamalar olup, sözleşmenin ahlaka, kamu düzenine ve hukuka aykırı olmaması gereklidir. Bunun tespiti için, tarafların sözleşme ile amaçladıkları çıkarların dengede olması gerektiği esas alınarak, sözleşenlerin gerçek ve müşterek maksadı ve çıkarları aranmalıdır.
Öte yandan; yine 818 Sayılı Borçlar Kanunu’nun 65. maddesinde; ”Haksız yahut ahlaka (adaba) mugayir bir maksat istihsali için verilen bir şeyi istirdada mahal yoktur” düzenlemesi ile açıkça; haksız veya ahlaka aykırı bir amacın elde edilmesi için verilen şeyin geri alınamayacağı hüküm altına alınmış, aynı doğrultuda 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 81. maddesinde de; ”Hukuka veya ahlaka aykırı bir sonucun gerçekleşmesi amacıyla verilen şey geri istenemez” düzenlemesine yer verilmiştir.
Somut olaya gelince, iddianın ileri sürülüş biçimi ve toplanan delillerden temlikin iradi olduğu, davacı her ne kadar oğlu H..’ın, davalının yaşı küçük olan kızını kaçırdığı, davalının da yaşı küçük kızının evlenmesine izin vermesine karşılık dava konusu taşınmazın devrini şart koşması sebebi ile temliki gerçekleştirdiğini, sözleşmenin ahlaka, kamu düzenine ve kişilik haklarına aykırı olması sebebi ile geçersiz olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açmış ise de, aynı bakış açısıyla sözleşmenin tarafı olan davacının da aynı amaçla işleme katılmış olduğunun kabulü gerektiği, bu durumda, Borçlar Kanununun 65. maddesi hükmü karşısında davanın dinlenilmesine yasal olanak bulunmadığı, kaldı ki, oğlu ile davalının kızının boşanma aşamasına gelmesi üzerine, davacının taşınmazı geri istemesinin de hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğu açıktır.
Hâl böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir.
Davalı vekilinin temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile, hükmün belirtilen nedenle (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 16.04.2015 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
Aile Konutuna Eşin Rızası Olmadan İpotek Konulma Şerhinin Terkini, Rızanın Şekli
YARGITAY
2. Hukuk Dairesi
ESAS NO :2015/8788
KARAR NO :2016/882
Türk Medeni Kanununun 194. maddesi yetkili eşin izni için bir geçerlilik şekli öngörmemiştir. Bu nedenle söz konusu izin bir şekle tabi olmadan, sözlü olarak dahi verilebilir. Ancak maddenin ifadesinden de anlaşılacağı üzere, iznin “açık” olması gerekir (…., Türk Medeni Kanununun Getirdiği Yeni Şerhler; Vedat Kitapçılık. İstanbul 2007, Birinci Basıdan İkinci Tıpkı Bası. s. 41-42).
Her ne kadar ipotek doğrudan doğruya aile konutundan faydalanma ve oturma hakkını engellemiyorsa da hak sahibi eşin kötü niyetli ve muvazaalı işlemleri ile aile konutunun elden çıkarılma tehlikesi nedeniyle ipotek işlemine diğer eşin “açık rızası” şarttır. Somut olayda, davalı eş dava konusu aile konutu üzerinde diğer davalı banka lehine ipotek tesis etmiş, davalı banka, bu işlem sırasında davacı kadının muvafakatini almamıştır.
Yukarıda açıklanan kurallar çerçevesinde eşin “açık rızası” alınmadan yapılan işlemin Hukuk Genel Kurulunca da açıkça ifade edildiği üzere “geçerli olduğunu” kabul etmek imkansızdır. Eş söyleyişle eşin “açık rızası alınmadan” yapılan işlemin “geçersiz olduğunu” kabul etmek zorunludur.
Mahkemece tarafların dava konusu taşınmazda 24.04.2007 tarihinden itibaren oturdukları kabul edilmiş ise de gerek tanık beyanlarından gerekse davalı eşin ipotek belgelerinde ikametgah adresi olarak dava konusu taşınmazı gösterdiğinin anlaşılması karşısında taşınmazın ipotek tarihinde aile konutu olduğunun kabulü ile mahkemece Hukuk Genel Kurulunca benimsenen yukarıda açıklanan yasal düzenleme ve ilkelere uygun değerlendirme yapılarak davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde ret hükmü kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, duruşma için takdir olunan 1350.00 TL. vekalet ücretinin davalılardan alınıp davacıya verilmesine, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.19.01.2016